KIBRIS'TA FEDERASYON NEDEN ÇÖZÜM DEĞİL?

Prof.Dr.Mehmet Nesip Öğün'ün açıklaması : 

Yarım asırdır yıldır devam eden Kıbrıs görüşmeleri, son olarak 2017 yılında İsviçre'nin Crans-Montana kentinde 10 gün süren Kıbrıs Konferansı, gerek KKTC gerekse Türkiye Cumhuriyetinin gösterdiği yapıcı tutum, iyi niyetli çaba ve sorunun çözümüne yönelik uğraşlarına rağmen, her zaman olduğu gibi yine Rum tarafının Kıbrıs Türk’ü ile eşitlik zemininde yetki paylaşımını reddeden ve çözümden çok uzak tavırları nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Aradan geçen zamanda çözüme yönelik bir gelişme olmamış, Sn.Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden sonra, gerek Türkiye Cumhuriyeti gerekse KKTC yetkilileri, artık Türk tarafının federasyonu müzakere etmeyeceği, egemenlik temelinde iki devletli çözümü görüşeceklerini tüm Dünya’ya ilan etmişlerdir.
Bu yazının esas konusu olan federasyon, daha önce yapılan müzakere başlıkları ve federasyonun neden sonuca ulaşmadığı konuları ele alınacaktır. Federasyon görüşmeleri, yönetim, güç paylaşımı, ekonomi, AB, mülkiyet, toprak ve güvenlik, garanti başlıkları altında yürütülmüştür. Önceki yılarda her ne kadar Birleşik Federal Kıbrıs bağlamında bir çözüme yaklaşıldığı düşünülse de, Türk tarafı ile Rum tarafı arasında çok büyük fikir ayrılıklarını olduğundan bir sonuca ulaşılamamıştır.
Yönetim ve güç paylaşımı başlığında; Türk tarafı dönüşümlü başkanlık istemiş ancak Rum tarafı azınlığın çoğunluğu yönetemeyeceğini söylemiş ve ayrıca başlarında bir Türk Başkan görmek istemeyeceklerini her şeklide ifade etmişlerdir. Ayrıca Türk olacak başkan yardımcısının önemli konularda veto hakkı olup olmayacağı da açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu başlıktaki en önemli konulardan bir tanesi de kurucu devletlerin yetkilerinin ne olacağıdır. Rum'ların domine edeceği merkezi ve federal bir yapı içerisinde yetki alanı sınırlandırılmış bir Türk devletini büyük tehlikelerin beklediği açıktır.
Mülkiyet başlığında ise Rum tarafının ve Türk tarafında bazı kesimlerin, Rum'ların lehine olacak şekilde düzenleme istemesi, Rum'ların duygusal bağı bahanesiyle geri dönüş hakkı talep etmesi, Rum tarafında kalan Türk malları üzerine kamu binalarının yapılmış olması ve Vakıf mallarıyla ilgili hiçbir açıklama yapılmaması nedenleriyle sonuç alınamamıştır. 
Diğer kritik madde ise toprak düzenlemesi ve harita konusudur. Halen Kıbrıs Ada'sı üzerinde KKTC'nin bulunduğu toprak yüzdesi %36'dır. Rum tarafı ve maalesef Türk tarafındaki bazı kesimler yapılacak düzenlemede Türk tarafına %27 toprak verilmesini talep etmekte ve Rum tarafı Maraş, Güzelyurt ve Karpaz'ı da istemekte, verilecek bu topraklara 100.000'e yakın Rum'un yerleşmesine olanak sağlayacak bir anlaşma istemektedir. Güzelyurt Kıbrıs'ın en sulak bölgesi ve narenciye merkezidir. Türkiye'den gelen suyun kullanılması ile tarıma en verimli olan Güzelyurt Bölgesinin Rum'lara verilmesi halinde KKTC'nin çok önemli hayat kaynaklarından birinin kesilmesi söz konusu olacaktır. Ayrıca, Karpaz bölgesi stratejik ve Türkiye'nin güvenliği açısından çok kritik bir öneme sahiptir. Karpaz'ın Rum'lara verilmesi demek, denizlerde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin de Rum'lara verilmesi demektir. Bu şekilde Rum'lar, Yumurtalık ve İskenderun'daki boru hatları ve Mersin limanına giriş ve çıkışları kontrol edecek hale geleceklerdir. Bu durumun herhangi bir şekilde kabul edilmesi halinde 1974’ten beri barış ve huzur içerisinde yaşayan Kıbrıs Türk'ü, çok sayıda şehit ve gazi verdiğimiz topraklarda, hem toprak kaybedecek, tekrar göçmen konumuna gelecek, hem de Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki stratejik üstünlüğü Rum'lara geçecektir.
En kritik diğer başlık da güvenlik ve garantilerdir. 1959 Zürih Anlaşmasında ve 1960 yılında ilan edilen ve Kıbrıslı Türklerin de “Kurucu Ortak” olarak yer aldıkları Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Anayasası'nda yer alan “Ek I, Garanti ve İttifak Anlaşması”nda; Türkiye'nin de garantör olmasının çağa uygun olmadığı, garantörlüklerin kaldırılması gerektiği, eğer ille bir garantör olması gerekiyorsa, BM veya AB'nin garantör olabileceği gibi söylemler mevcuttur. Daha önceki yazılarda ayrıntılı olarak AB’nin neden garantör olamayacağından bahsetmiştik. Bu kapsamda, geçmişte Avrupa'nın ortasında yaşanan onca vahşete ses çıkarmamış bir AB dikkate alındığında, AB'nin Kıbrıs'ta garantör olabileceği söylemi ciddiye alınacak bir söylem değildir. Diğer konu ise Rum tarafı ve bazı Türk tarafındaki grupların beyan ettikleri şekilde, garantilerin belli bir süre sonra kaldırılması gibi beyanatları da tehlikeli açıklamalardır. Ada’da barış, huzur ve güvenin teminatı olan kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin çekilmesini istemek, Kıbrıs Türk’ünü yalnız bırakmak anlamına gelmektedir. Keza, 1963-1974 yılları arasında yaşanan kötü tecrübelerin unutulmaması gerekmektedir.  
Bu kritik maddeler en temel manada iki taraf tarafından çok farklı anlaşıldığından, federasyon görüşmeleri çözümsüz kalmış ve kalmaya mahkûmdur. Sonuç olarak, bundan sonra yapılacak görüşmelerde, iki egemen devlet olarak görüşmeler yapılacak ve Türk tarafı daha önce denenmiş ve sonuç alınamamış görüşmelerle Kıbrıs Türk’ünün vaktinin çalınmasına müsaade etmeyecektir.