Erenköy’de Kıbrıs Türkü Bir Generalin Hikayesi…

Erenköy denildiğinde 1964 yılını ve öncesini o bölgede birebir yaşayan yada anımsayan Kıbrıs Türkü durur ve derin derin düşünür. Ardından görevini yerine getirmiş olmanın verdiği onurla “Zordu ama başardık” der. Çünkü Erenköy Kıbrıs Türkünün her şeyi bir kenara bırakıp birlik olduğu ve topraklarına tırnağını geçirdiği yerin adıdır. Genç fidanlar üniversitedeki eğitimlerini yarıda bırakarak çıkmıştır oraya. Yada iş için, daha güzel bir yaşam için doğduğu toprakları bırakıp göçmen olarak dünyanın dört bir yanına dağılmış olan insanlarımız söz konusu vatan savunması olunca her şeyini yarıda bırakarak geldiği yer olmuştur Erenköy. İşte o gelenlerden birisi de hiç kuşkusuz ki gencecik subay Topçu üsteğmen Ali Fikret Atundur. 28 Haziran 1964 gecesi, iki hücum botla, yetmiş altı kişiden oluşan üniversiteli öğrenci kafilesinin başında Erenköye çıkan, “Cenk” kod adlı alan Ali Fikret Atun’un anlatımıyla Erenköy’de yaşadıkları...


-Daha sırt çantamı ve silahımı elimden bırakmadan Erenköy’ün batısındaki Galufudes sırtlarından Rumlar ateşe başlamışlardı. Elimde silahım yerimden fırladım ve tam kapıdan çıkmak üzere iken komutan “nereye gidiyorsun?” diye sordu. “ateş edilen yere” diye cevap verdim. “taciz ateşi açıyorlar, şimdi ateşi keserler” dedi. Bu benim muharebe alanında yaşadığım ilk tecrübem olmuştu. Muharebenin kendine özgü bir yapısı vardır. Atışlı tatbikatlara benzemezdi. Ona süratle uyum sağlamak kaçınılmazdır. Ertesi gün, komutandan da müsaade alarak savunma hattını teşkil eden Erenköy, Alev Kaya, Selçuklu, Bozdağ ve Mansura’daki mevzilere giderek hem Mücahitler ile görüştüm, hem de araziyi tanıyıp Mücahitlere savunma hattındaki eksiklikleri ve aksaklıkları yerinde göstererek kısa zamanda düzeltilmesi talimatını verdim. Aradan birkaç gün geçince komutanın emri ile Erenköy deresi içinde, ormanlık bir alanda bir eğitim kampı açıp askerlik eğitimi görmemiş köylü mücahitleri eğitime almaya başlamıştım. Uzun bir zaman köye inmemiştim. İhtiyaçlarımı temin etmek üzere köye indiğimde Komutan ve Bnb. Edip Soyutürk, “Biz bu akşam, dıştan motorlu bir sandalla Anamur’a dönüyoruz. Bayraktarlığa telsizle bildirdik. Cevap bekliyoruz” dediler. Ben bunun çok tehlikeli olacağını; birkaç gece sonra cephane getirecek hücumbotla dönmelerinin daha uygun olacağını önerdimse de onlar kararlı olduklarından önerimi dikkate almadılar. Kısa bir süre sonra Bayraktarlık’tan, “Komutayı kardeşe (Cenk) devret. Amca ile birlikte Yayla’ya (Türkiye) dönebilirsiniz” mesajı geldi ve J. Yb. Sadi Erinanç ile Bnb. Edip Soyutürk dıştan motorlu sandalla Türkiye’ye hareket ettiler. Onların ayrılmasıyla birlikte bölgedeki görevin sorumluluğunu bütün ağırlığı ile omuzlamıştım. En büyük endişem Kıbrıs Türk Halkının umudu, en büyük zenginliği ve onları mutlu bir geleceğe taşıyacak üniversiteli öğrencilerdi. Onlara zarar gelmesini asla istemiyor ve onları gözüm gibi koruyordum. Erenköy Türk kantonu 30 km. kare bir alanda bulunan Mansura, Bozdağ, Selçuklu, Alev Kaya ve Erenköy Türk köylerinden oluşmuştu. Bölgede benimle birlikte gelen kafile dâhil 387 öğrenci mücahit vardı. Bunlardan 42 öğrenci Mücahit Yeşilırmak savunmasını takviye etmek üzere anılan kantona sızdırılmıştı. Bölgedeki Türk köylerinde nüfus az olduğundan köylü mücahit sayısı 200’ü geçmiyordu. Bir avuç Mücahitle beş Türk köyünü içine alacak şekilde 30 km’ye yakın bir savunma hattı üzerinde mangalar, takımlar ve bölükler halinde savunma düzeni almış köylerin etrafındaki yüksek tepelerin doruklarında mevzilenmiştik. Bazı mevziler arasında iki üç kilometreye yakın boşluklar vardı. Bu boşlukları, engellerle ve gözetleme ile kapatmak mümkün değildi. Daha da kötüsü, bölgede benden başka subay yoktu ve Mücahitlerin askeri eğitimleri zayıftı. Kara Harp Okulu’nda öğrencilik yıllarımızda muhabere dersine gelen öğretmenimiz hemen hemen her derste, bize “ Muhabere olmadan muharebe olmaz” der ve

“Komutası altındaki birliklerle irtibatı olmayan bir general emirlerini ancak yanındaki emir subayına verir” diye ilave ederdi. Bu nedenle birinci önceliğim, Anamur’dan getirttiğim BD-72 askeri telefon santıralı, EE-8 askeri saha telefonları ve telefon kabloları ile grup karargâhı ile bölükler arasında bir muhabere ağı kurmak oldu. Bunu yapacak yetişmiş personel mevcut olmadığından eğittiğim sınırlı sayıda personelle kendim yapmak zorundaydım. Bir taraftan da savunma hattı üzerinde tahkimatı güçlendirmeye çalışıyordum. Bu hummalı çalışmalar devam ederken mücahitler adeta benimle bütünleşerek verilen emirleri özenle ve inanılmaz bir beceri ile yerine getiriyorlardı. O günlerde, hiçbir yerden guruba istihbarat bilgisi gelmiyordu. Savunmayı güçlendirmeye çalıştığımız bir sırada, bölgedeki İsveç barış gücünde görevli bir subaydan Rumların etrafımızda muntazam birliklerden oluşan büyük bir kuvvetle yığınak yaptığı bilgisini aldım. Savunma hattı üzerinde tesis ettiğim gözetleme postalarından gelen bilgiler, Erenköy kantonunu kuşatan Rum-Yunan birliklerinin hareketliliğinde artış olduğunu gösteriyordu. Yaptığım durum değerlendirmesinde, kısa bir zaman içinde Rumların Erenköy kantonuna taarruz edecekleri sonucuna ulaştım ve bunu Lefkoşa’da Bayraktarlığa şifreli bir telsiz mesajı ile bildirdim ve en kısa zamanda Erenköy’e, biri yüksek rütbeli olmak kaydıyla beş subayın gönderilmesi gereğini arz ettim.

31Ağustos1964 akşamı Anamur’dan gelen iki hücum bot, Albay Ali Rıza Vuruşkan’ı (kod adı Akıncı) beraberinde Rauf R. Denktaş, Gazeteci Ömer Sami Coşar, Asteğmen Ahmet Necati Savalaş (kod adı Sayan) ve 58 üniversiteli öğrenciyi Erenköy’e çıkardı. Kıbrısta Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kuran, yorulma ve korku nedir bilmeyen Akıncı’nın gelişi hepimizi heyecanlandırmış ve bize ayrı bir güç vermişti.O gece, Kıyıda onları karşıladım ve kalacakları hanaya götürdüm. Alb. Ali rıza Vuruşkan ile köyde sabaha kadar dolaşarak ona durumu detaylı bir şekilde arz ettim ve grup komutanlığı görevini devrettim. Akıncı, savunma hattını gezme fırsatını bulamadan Rumlar, 6Ağutos1964 sabahı, tanklarla takviyeli bir kuvvetle, topçu ve havanların desteğinde taarruza başlamıştı. İki Yunan hücumbotu da denizden savunma mevzilerini ateş altına alıyordu. Erenköy Grup Komutanlığı’nın bütün uyarılarına rağmen, Birleşmiş Milletler Kıbrıs Barış Gücü Komutanlığı (BMBGK) bu taarruzu durdurmamış, durduramamıştı. Mücahitler, iki gün savunma hattı boyunca Rumların taarruzlarını durdular ve Erenköy kantonunu var güçleri ile savundular. 7Ağustos1964 günü öğleye doğru, Rumlar baskın şeklinde, Mansura’nın doğusunda bulunan ve savunma hattının doğu ucunda omuz başını teşkil eden Mali Tepesine taarruz ederek tepeyi ele geçirmişler,bölük komutanı Eşber Serakıncıyı ağır şekilde yaralanmışlardı. Yaşanan olayla birlikte Mücahitler Mansura’ya çekilmişler ve Bozdağ kuşatılma tehdidi ile karşı karşıya kalmıştı. Ayni zamanda, Rumlar taarruzlarına devam ettikleri takdirde Mosfilli Rum köyü ile bileşecek ve oradan Erenköy’e gireceklerdi. Bu çok tehlikeli durum karşısında, Akıncı’ya kuvveti düşmana kaptırmamak ve cepheyi daraltarak daha güçlü bir savunma tesis etmek üzere Mansura, Bozdağ, Selçuklu, ve Alev Kaya bölüklerini Ümit Tepe, Rüzgarlı Tepe, Fevait Tepe, Kartal Tepe, Gordon Tepe (Asaf Tepe) ve Büyük Havan Tepe ile Küçük Havan Tepelerine çekip, bu hatta savunmaya devam etmeyi teklif ettim. Teklifi Uygun bulan Akıncı, çekilmenin icrası için beni görevlendirdi. Bölük komutanlarına köy halkı ile birlikte çekilecekleri istikametleri ve yerleri bildirdim ve akşam gün kararana kadar bulundukları mevzilerde savunmaya devam etmelerini ve gün kararınca muharebeyi kesip çekilmelerini emrettim. Mansura Bölüğü kısa zamanda Ümit tepe Rüzgârlı tepede yerlerini almışlar ve köy halkını yükte hafif pahada ağır eşyaları ile vukuatsız olarak Erenköy’e tahliye etmişlerdi. Bozdağ köy halkının tahliyesinde bölgeden sorumlu İsveç Taburu, zırhlı personel taşıyıcıları ile bize yardımcı olmuştu. Gece geç vakitte Bozdağ’dan yaya olarak çekilen bölüğü karşılamak üzere Taşlı Tepe’nin (Petravunaro T.) olduğu yere gittim. Bölük çok yorgundu ve Anamamilos Tepesi’ne çıkmakta gönülsüz davranıyordu. Pirgo, Mosfilli, Erenköy yaklaşma istikametinin açık olduğunu ve düşmanın bizden önce bu tepeye çıkması halinde kısa zamanda Erenköy’ü işgal edeceğini ve hepimizi esir alacağını onlara anlatmaya çalışıyordum.“Böyle bir durumda tarih bizi asla affetmeyecek; Erenköy’ün düşman eline geçmesinin vebalini ölünceye kadar taşıyabilecek misiniz?” dedim. Bunun Üzerine, Bölük Komutanı, bizimle gelirsen gideriz dedi. Onları çok iyi anlıyor ve hepsine hak veriyordum. Başlarında güvenecekleri bir subay olmasını istiyorlardı. Ne yazık ki benden başka onlara yardım edecek subay yoktu. Subay/astsubay noksanlığı savunma hattının her yerinde kendini hissettiriyordu. Gün doğmadan bu kritik yaklaşma istikametini kapatmam gerekiyordu. Adeta zamanla yarışıyorduk. Komutanın en kritik yede duruma müdahale ederek zafiyeti ortadan kaldırması ve birliğe güç katması askeri temel kuralların başında geliyordu. Üç Mücahit mangasını birerli kola geçirdim. Ben önde onlar arkamda beraberimizde 60mm havan ve bir sandık cephane ile Anamamilos Tepe’ye (Fevait T.) kıvrılarak giden patikayı takip ederek tırmanmaya başladık. Gün doğmak üzere idi. Mümkün olsa zamanı durdurmak istiyordum. Fevait bu tepede şehit olduğu için Mücahitler tepeye onun ismini vermişler ve o günden sonra tepe onun ismi ile anılmaya başlandı.Tepeye vardığımızda gün ağarmaya başlamıştı. Düşman taarruzuna devam etmemiş Mansura’da kalmıştı. Dürbünle, 400-500 m. güneyimizde bulunan Kartal Tepeyi gözetlemeye başladım. Selçuklu Bölüğü’nün orada olması gerekiyordu. Tepede hiçbir hareket yoktu. Gordon Tepeye (Asaf T.) çekilen Alev Kaya Bölüğü de tepeyi bırakmış Erenköy’e geliyordu. Savunma hattının düzeni bozulmuş ve çok tehlikeli bir durumla karşı karşıya bulunuyorduk. Köye inip duruma süratle müdahale etmem gerekiyordu. Bozdağ Bölük Komutanı’na “burada tertiplen ve sakın ola tepeyi terk etme; ben köye inip sana takviye göndereceğim.” dedim koşarak köye idim. Kartal Tepe’ye çekilecek olan bölük Erenköy’de dere yatağında toplanmış ne yapacağını bilmez vaziyette bekliyordu. Onları alıp Kartal Tepe’ye çıkmaya başlamıştım ki düşman bizden önce boş kalan tepeyi işgal etmişti. Ben de daha fazla ilerleyemeyerek tepenin kuzey eteklerinde Büyük ve Küçük Cenk Tepeleri mevkiinde bölüğü tertipledim.Süratle Büyük ve Küçük Havan Tepelerdeki durumu düzeltmeye koştum. Geceli-gündüzlü, aç, susuz ve uykusuz verdiğim bu uğraşın sonunda 8Ağustos1964 sabahı, düşman taarruzlarını karşılamak üzere, batıda Ümit Tepe’den başlayarak, Rüzgârlı Tepe ve Fevait Tepe’yi içine alan, oradan Büyük ve Küçük Cenk Tepeleri’ne geçerek Alev Tepe’yi, Erenköy’ün doğusunda Büyük ve Küçük Havan Tepeleri’ni takiben, Dikili Taş’ta denizde son bulan insicamlı bir savunma hattı tesis ettim (bu günkü savunma hattı).

Durumu Akıncı’ya arz ettiğimde, kısa bir durum raporu hazırlayıp telsizle Bayraktarlığı bilgilendirmemi emretti. Mesajı hazırlayıp, telsiz operatörü Özalp’a verdim.Savunma hattını takviye etmek üzere, okulun bahçesinde toplanan öğrenci Mücahitleri yeniden teşkilatlandırıp bölüklerine göndermek üzere olduğum bir sırada, içinde tankların bulunduğu bir Rum birliğinin Paşiyamo-Erenköy sahil yolunu takiben taarruza başladıkları haberi geldi. Çeşmenin üzerine çıktım ve orada toplu halde bulunan Mücahitlere “ Arkadaşlar, Rumlar içinde tankların da bulunduğu birliklerle Paşiyamo-Erenköy istikametinden taarruza başlamıştır. Düşman tankları bizim cesedimizi çiğnemeden Erenköy’e giremeyecektir. Vatanını seven arkamdan gelsin” dedim ve Dikili Taşa doğru koşmaya başladım. Öncel Ata, mangası ile beni yakından takip ediyordu. Dikili Taş’ta 3.5 inçlik Roketatarı mevzilendirmiş dürbünle tankları gözetliyordum. Arazi tankların taarruzuna müsait değildi. Tanklar, ancak yolu takiben birerli kolda taarruz etme olanağına sahiptiler. O sırada tankların biri Galufudez sırtlarındaki virajı dönmüş, ateş ederek ilerliyordu. Roketatar nişancısı dikkat kesilmişti.Doldurucu mermiyi özenle namluya yerleştirdi ve nişancının başına hafifçe dokunarak roketin ateşe hazır olduğunu bildirdi. Nişancı ateş ederek tankı sol ön paletinden vurarak saf dışı bıraktı. Vurulan tankın solundan dolaşıp geçmeye çalışan ikinci tank da, ayni şekilde vurularak saf dışı bırakıldı ve taarruz durdu. Fakat Galufudes sırtlarından Rumların makineli tüfek ateşi artarak devam ediyordu. Mücahitler yemeklerini yemişler ve mevzilerine dönmüşlerdi. Ben de otomatik tüfeğin başına bir Mücahidi koyarak sırtın gerisine geçtim ve bana ayrılan bir kaşık konserve barbunya ile yarım dilim ekmeği yedim. Bu benim72 saat içinde boğazımdan geçen yemekti. Saatin kaç olduğunu tam olarak hatırlamıyorum, ama öğleyi geçmişti. Bu sırada Erenköy sahiline gelen bir Yunan hücumbotu mevzilerimizi arkadan ve 106’lık havanlar önden dövüyorlardı. Tepede adeta bir can pazarı yaşanırken irtibat hendeğinin içinde bulunan EE-8 sahra telefonu ısrarlı bir şekilde çalıyordu. Hiç kimse yerinden kıpırdamak istemiyordu. Ben onlara her zaman “arkadaşlar dünyada her şey parayladır. Fakat ölüm sırayladır. Sırası gelen gidecek” derdim. Onları mahzun bakışları karşısında, “ sıra bende dedim ve yerimden fırlayıp telefonu kulağıma dayadım. Telefonun diğer ucunda Akıncı bana “ Cenk uçaklar geliyor uçak işaret bezlerini serin” deyince, ben de, “Komutanım bu bir hakikatmı? Yoksa bir moral takviyesi mi? Moral takviyesi ise ihtiyacımız kalmadı. Burada bir avuç mücahit, son damla kanımıza kadar savaşıp şehit olmaya kararlıyız, hava desteği sağlanmadığı takdirde on beş dakika daha ya dayanırız ya dayanmayız. Vatan sağ olsun” dedim. Bunun üzerine radyosunu ahizeye dayadı. Ankara radyosunda Harp Okulu Marşı çalıyordu. Ayağa kalktım ve “arkadaşlar uçak işaret bezlerini serin” dedim.Yanımdaki mevzide bulunan Mücahit, kuzey istikametini eli ile göstererek “komutanım şuraya bak” deyince dürbünümü onun gösterdiği istikamete çevirdim. Anamur istikametinden İki F-100 savaş uçağı denizi yalarcasına bize doğru geliyordu. Sizi gördüm dercesine üzerimizden geçerek Stavros İpsokas istikametine geçti. O anda sevincimiz sonsuzdu. Hepimiz ağlıyorduk. Özgürlüğümüze kavuşmanın bir ifadesi olan bu sevinç gözyaşlarında çok acılar saklıydı. Bundan böyle, Türkiye Rumların Kıbrıs Türk Halkını öldürmesine müsaade etmeyecek ve Kıbrıs Türkleri Türkiye’nin güvencesi altında hür ve güven içinde yaşayacaktı.

Türkiye’nin bölgede icra ettiği sınırlı hava harekâtı sonucu Makarios ateş kesi kabul etti ve taraflar 10Ağustos1964 tarihinde bulundukları yerlerde kalarak çatışmaya son verdiler. Üstün düşman kuvvetleri karşısında Mücahitlerin ortaya koydukları cesaret, fedakârlık, kararlılık ve karşılaşılan bütün zorluklara ve yoksulluğa rağmen,Erenköy’de Mücahitler düşmanın çizmeleri altında ezilmeyi ve sefil bir esir olarak yaşamayı kabul etmemişlerdir. Topraklarını ölümüne savunmayı; vatan uğrunda şehit olmayı yeğlemişler ve düşmanı Erenköy’e sokmamışlardır.

Erenköy’ün kıraç toprağına ellerimle gömdüğüm şehitlerimiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin mutlu kuruluşunu göremediler. Kıbrıs Türk Halkının özgürlüğüne kavuşmasında onların payı çok büyüktür. Onları defnettikten sonra şehitlikte Mücahitleri karşıma almış onlara o anki hislerimi içeren bir konuşma yaparken Ömer Sami Coşarın beni fotoğrafladığını yıllar sonra kendisinden altığım bir fotoğrafla öğrenmiştim. Şehitleri defnettikten sonra Mücahitlerimi karşıma aldım ve şehit mezalarının başında onlara seslendim;

Aziz Şehitlerim; Anadoludan gelen dalgalarının sesini dinleyerek müsterih uyuyunuz”dedim.Şehitleri defnettiğim noktayı özenle seçmiştim. Eğer bir gün ordayı terk etmek zorunda kalacak olursak Türkiyeden gelecek olan gemilerin sivilleri tahliye edeceği, en son toplanacağımız, en korunaklı yere onları defnetmiştim. Onlar Kuzey Kıbrıs’ın tapusudurlar. Aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Kahraman mücahit silah arkadaşlarımın aziz hatıralarını ölünceye kadar yüreğimde taşıyacak ve onları asla unutmayacağım…

Bununla kalmamıştı vermiş olduğu mücadele. Yorgundu ama ikinci bir emir gelmiş, Bayraktarlık, Akıncı’ya, “Cenk Yeşilırmak’a geçsin” diye mesaj göndermişti. Akıncı’nın “Cenk çok yorgundur, Lefkoşa’dan dinlenmiş bir subayın gönderilsin” önerisine karşılık Bayraktarlıktan“Yeşilırmak’ı ancak Cenk kurtarır” diye cevap gelince Akıncı (Ali Rıza Vuruşkan onu karargâha çağırmış, gömleğinin cebinden telsiz mesajını çıkarıp Ali Fikret Atuna uzatmıştır. Mesajı okuyan Atun; “Emredersiniz komutanım” dediğinde, Akıncı;“Dur be evladım! Her şeye emredersiniz diyorsun. Salimen Yeşilırmağa geçebilecek misin?” deyince “Tasanız olmasın komutanım. Yeşilırmağa gidecek ve verilen emri yerine getireceğim” demiştir. İsveçli bir subay yardımıyla Rum köylerinden geçerek 28 Ağusotos 1964 tarihinde Yeşilırmağa geçmiş oradaki görevini de başarıyla yerine getimiştir.

Devamı Gelecek...