Kıbrıs Türkü Bir Generalin Başarı Hikayesi…

Yaşamımıza değer katanların zor zamanlarda kendi hayatından ödün vererek başarı hikayeleri yazıdığı bir gerçek. Kendi hayatından ödün vermek, bazen daha fazla çalışmayı bazende gerçekten hayatını hiçe sayarak yürümeyi gerektiriyor. Hiç kuşkusuzki bunların başındada sevdiklerini bir kenara koyup inandığı değerler uğruna hayatını ortaya koyabilmek büyük önem arz ediyor. Askerler bir çok kez bu gerçekle yüzleşen bireyler. Ailesinde asker olmayanlar onları genellikle katı kurallı yada sert mizaçlı olarak değerlendirebiliyor. Hele bir de general konumundaysa direk bu gömleği onlara giydirmeyi yeğliyor. Bilinmeyen yönleri,üniformaları bir kenara bırakıldığında onlarında birer insan olduğu unutuluyor. Oysaki onlarda şiir yazmayı, sanata dair güzel şeyleri hayatlarına katmayı, hatta bir çoğumuzun beğenmediği hayatı çok sade yaşamayı seviyor. Farkında olsak da olmasakta savaşın olmamasını, savaşmamayı bizden çok onlar istiyor. Çünkü savaşta ya kendi canını yada canından çok sevdiği, çocukluk hatıraları biriktirdiği, yeri geldiğinde aynı koğuşu, aynı sıraları, aynı tabaktan yemeğini paylaştığı silah arkadaşını kaybediyor. Bir çok generalle üzerilerinde üniformaları olmadan da sohbet etme imkanı buldum. Ortak özellikleri, gayeleri savaşa hazır ama savaşmadan, can kaybetmeden vatan toprağını savunmak. Fakat “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diyerek yürümeyi seçiyorlar. İşte onlardan bir tanesi de bizden birisi. İçimizden çıkan, zor zamanlarda başarı hikayesi yazan, Kıbrıs, uğrunda bir defa değil, bin defa ölmeye değer bir Türk toprağıdır” diyen bir büyüğümüz, Emekli Tümgeneral Ali Fikret Atun’un bir ömre sığdırdıkları…

12 Mart 1934 tarihinde Beşparmak Dağları’nın üzerindeki Kantara Kalesi’nin güney eteklerinde bulunan Ergazi köyünde dünyaya gelir. İlkokul öğrenimini köyde; ortaokul öğrenimini Gazimağusa Ortaokulunuda, lise öğrenimini yatılı olarak Lefkoşa Türk Lisesi’nde sürdürür. Ada İngiliz Koloni İdaresinde olması dolayısıyla okul yıllarında İngiliz Milli Marşı okunmasının ve göndere İngiliz Bayrağı çekilmesinin burukluğunu içinde yaşar. “Kendi topraklarımda yaşarken ben bu adanın ikinci sınıf vatandaşı gibiydim” diyen Atun, Türkiye’ye ve Atatürk’e gönülden bağlı olan Kıbırs Türkü’nün o dönem içerisinde Türkiye’den de destek almaya başladığını, Anadoludan öğrenci kafilelerinin adaya gelerek Türk Köylerini dolaştığını, 1952 yılında ise Kıbrıs Türk Lisesine Yavuz Konnolu’nun müdür olarak ataması ile birlikte, Türkiye’den 10-15 öğretmen gönderildiğini belirtmektedir. Alif Fikret Atun, lise yıllarından bahsederken; “Kıbrıs Türk Lisesi’ndeki eğitim-öğretim yıllarında Türklüğü ile gurur duyan Kıbrıs Türk Halkının, Türkiye ve Atatürk sevgisi ile milliyetçilik duygularının en üst düzeye ulaştığı bir ortamda eğitimimi sürdürdüm” demektedir.O dönemde öğrenci baş mümesilliğine seçilmiş ve üç yıl lisenin öğrenci baş mümesili ( Chief Prefect) olarak lise ve yurt yönetimine katkı koymuş ve aynı zamanda lise revirinin de hizmetlerini yürütmüştür. Lise yılları bir taraftanda Anavatana kavuşma isteğinin arttığı yıllar olmuştur. O yıllarla ilgili yaşadıklarını onun anlatımlarıyla aktarmak sanırım en güzeli olacak. İşte Ali Fikret Atun’un kendi anlatımıyla lise yılları ve Türkiye Cumhuriyeti Kara Harp Okuluna giriş süreci...

“Ben bir Kıbrıs Türküydüm. Ay yıldızlı bayrağım bu yerlerden yıllar önce gitmişti. Onun peşi sıra gitmem gerekiyordu. Bu duygu içimi kemirip duruyordu. O nereye ben oraya diye düşünüp duruyordum. Anadolu’da yaşamak; Kıbrıs için savaşıp şehit olmak içimde bir kara sevda olmuştu.Ortaokul öğrencilik yıllarımda düşlediğim Kara harp Okuluna gidip subay olma hevesim, lise yıllarında bir tutkuya dönüşmüş, adeta Kara Harp Okuluna aşık olmuştum. O sene liseden mezun olup Türkiye’ye gidecektim. Diyebilirim ki, artık her gece Kara Harp Okulunu kucağıma alıp yatıyor, sabahleyin onunla uyanıyordum. Ancak, ben bir İngiliz Sömürgesi olan Kıbrıs’ta yaşayan İngiliz Vatandaşı bir kişiydim. Ama Türktüm. Dedemin mezar taşında “ Ali Tahir, 1868-1947” yazısı vardı. Yani dedem Kıbrıs’ın idaresi İngilizlere devredilmeden önce doğmuştu ve bir Osmanlı Vatandaşı idi. Kara Harp Okulu Komutanlığı’na bir dilekçe ile müracaat edip okula girip, giremeyeceğimi sordum. Okul Komutanı Tuğgeneral Kemal Yükep’in imzasını taşıyan bir yazı ile Harp Okulu’na giriş şatlarını aldım. Tuğgeneral Kemal Yükep yazısında; “Kara Hap Okulu’nu kucağı Kıbrıs Türklerine açıktır” diyordu. İki yıl içinde Türk vatandaşlığına geçmek kaydıyla Okula girebileceğim belirtilmişti. Bunun üzerine yolumu belirlemiş ve Kara Harp Okulu’na girmeye karar vermiştim. Geceli, gündüzlü lise bitirme ve olgunluk (üniversiteye giriş) sınavlarına hazırlanıyordum. Subay olma hevesim sınav hazırlıkları için adeta itici bir güç olmuştu.Bir gün lisenin bahçesinde oturduğum bir sırada kardeşim Hakkı Atun (KKTC Eski Meclis Başkanı ve Başbakanı) yanıma geldi. Yurt müdürü Mr. Collins’in odasında benim ile görüşmek istediğini söyledi. Yurt müdüzümüz İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde pilot yüzbaşı rütbesi ile görev yapmış ve İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra emekli olmuş, lisenin kolej bölümünde coğrafya öğretmeniydi. Aynı zamanda yurt müdürlüğünü yapıyor ve o da yurtta kalıyordu. Öğrenci baş mümesili (Chief Prefect) olarak onun en yakın yardımcısıydım. Bana güveniyor ve her zaman çalışmalarımı takdir ediyordu. Odasına girdiğimde bana; “Bu sene liseden mezun olacaksın. Öğrendimki Türkiye’ye gidip subay olmak istiyorsun. Eğer İngiltere’ye gitmek istersen, sana yardımcı olabilirim. Vereceğim iyi hal yazısı ile İngiliz Kraliyet Kava Kuvvetleri Harp Okuluna girecek; iki yıl sonra mezun olacak ve ayda 160 siterlin maaş alacaksın” dedi. Bu sözler bende derin bir üzüntü yaratmıştı. Yurt müdürünün gözlerinin içine baktım ve; “Ben 160 siterlin alarak İngiliz bayrağı altında Britanya İmparatorluğu’na değil, 160 Türk Lirasına Türk Bayrağı altında vatanıma hizmet edeceğim” dedim ve odasından ayrıldım. Küçücük yüreğimdeki vatan sevgisi, Türkiye’ye duyduğum hasret ve karşı konulmaz subay olma tutkusu, sürükleyip beni Anadolu’ya götürüyordu.

Türkiye’ye gitmek üzere hazırlıklarımı tamamlamıştım. Artık üzerinde doğup büyüdüğüm topraklara, evime, beni büyütüp bu günlere getiren anneme, babama ve beni çok seven kardeşlerim ile köylülerime veda etmenin; ana kucağı ile baba ocağından ayrılmanın zamanı gelmişti. 1953 Eylül ayının başında, herkesle helalleşerek, amcamın özel otomobili ile beraberimde babam ve kayınbiraderim olduğu halde Limasol’a hareket ettik. O zaman Kıbrıs ile Türkiye arasındaki ulaşım imkânları çok kısıtlı idi. Batı Akdeniz seferini yapan Türk yolcu gemisi ayda bir adaya gelir ve yolcularını alarak Türkiye’ye giderdi. Ben de o gemi ile Türkiye’ye gidiyordum. Öğleye doğru Limasol’a vardık ve acenteden biletimi aldım. Akşama doğru babama, amcama ve kayın biraderime veda ederek Aksu isimli yolcu gemisine binip babamın bana verdiği elli Türk lirası ve annemin köy fırınında pişirip, yolluk olarak hazırladığı kocaman bir ekmekle bilinmeyen bir yere doğru yola çıktım.Gemi öce Beyrut’a ve ertesi gün akşamı da Mersin’e vardı. Geceyi Mersinde geçirdikten sonra ertesi gün sabahleyin posta treni ile Ankara’ya hareket ettim ve iki gün üç gece yolculuktan sonra Ankara’ya vardım.Kısa bir süre sonra yapılan Kara Harp Okulu Giriş sınavlarını kazandım. O günden sonra Kara Harp Okulu benim anam, babam, evim, yuvam olmuştu. Birinci sınıfı bitirip ikici sınıfa geçtiğimde henüz Türk vatandaşlığına geçemediğim için, izinli olarak Kıbrıs’a göndermemişlerdi. İkinci yılın başlarında Türk vatandaşlığına kabul edildim ve Ankara-Dikmen nüfus müdürlüğünde nüfus cüzdanımı aldım. 1955 yılında topçu subayı olarak okuldan mezun oldum.

O yıllarda, aslen Kıbrıslı olan Emekli Yarbay George Grivas Yunanistan tarafından Kıbrıs’a gönderilmiş ve adada EOKA yeraltı örgütünü kurarak tedhiş eylemlerine başlamıştı. 1956 yılının yazında, Kıbrıs’a izinli olarak girmek için yapmış olduğum başvuruma, Milli Savunma Bakanlığı’ndan olumlu yanıt gelmiş ve o yaz, benden bir yıl önce Kara Harp Okuluna girmiş Teğmen Halil Girayla birlikte, üniformalı olarak, Kıbrıs’a gitmiştik. Grivas yayınladığı bir bildiride “ Türk subayları, elini kolunu sallayarak adada dolaşıyor” diye İngilizlere şikâyette bulunuyordu. Ankara radyosu da her akşam saat sekizde Kıbrıs haberlerini yayınlıyordu ve o gece: “Türk subayının bulunduğu yerde duman tütmez. Türk subayının bulunduğu yerde hak vardır, adalet vardır, devlet vardır” diyordu.

Türkiyeye dönmemin ardından Polatlı’da Topçu Okulu’nda bir sene meslek eğitimi gördüm ve çektiğim kura ile Malatya’da 59. Topçu Er Eğitim Alay’ına atandım. Böylece tarihi şan ve şerefle dolu Türk Silahlı Kuvvetlerinin saflarında yerimi aldım.Tayin yerime gitmeden öce Kıbrıs’a gidip nişanlımla evlenmeyi planlamıştım. Fakat 1957 yazında Rumlar EOKA’nın adada silahlı eylemlerine hız vermiş olması nedneiyle Milli Savunma Bakanlığı Kıbrıs’a gitmeme izin vermedi. Bunun üzerine kardeşim Hakkı Atun nişanlımı Ankara’ya getirdi ve Malatya’da sade bir törenle evlendik.

1961 yılında yaşanan sıkıntıların ardından güvenilir bir subay olarak, Erzurum’dan, Kara Harp Okuluna takım komutanı olarak atandım. Bu sırada, Kıbrıs’ta yaşanan olayları, Ankara’dan daha iyi izleme olanağı buluyor ve yakından ilgileniyordum. Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türk ve Rum toplumları arasında Zürih ve Londra Antlaşmaları ile Garanti ve İttifak Antlaşmaları imzalanmış, 16Ağustos1960’ta, Türkler ile Rumların eşit siyasi haklarına dayalı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilmişti. Uzun sürmeyen bu cumhuriyet çökmüş, 21 Aralık 1963’de Rumların hazırladığı “Akritas Planı” ve Rum saldırıları sonucu Kıbrısta Türkler için yaşanılmaz bir hale dönüşmüştü.

Kıbrıs’taki Rum saldırıları karşısında, Türkiye, İskenderun’da konuşlu buluna 39. Piyade Tümeni’nin eksik kadrolarını tamamlarken, Türk Deniz Kuvvetleri’ne bağlı su üstü ve su altı savaş gemileri Mersin ve İskenderun limanlarında toplanmaya başlamışlar; Türk Hava Kuvvetlerine bağlı savaş uçakları da bölgede bulunan dağılma meydanlarına intikal etmişlerdi.

Kıbrıs’tan ayrılalı on yıl olmuştu. Aradan hasret dolu uzun yıllar geçmesine rağmen, üzerinde doğup büyüdüğüm topraklarla olan gönül bağımı hiç koparmamış, onu hiç unutmamıştım. Kıbrıs’a karşı duyduğum sevgi artarak devam ediyordu. Rumların silahlı saldırıları karşısında adadaki Türk halkı bir ölüm kalım savaşı veriyor; en acı ve en karanlık bir süreci yaşıyor, sanki eli silah tutan herkesi yardımına çağırıyordu. Her zaman mensubu olmakla gurur duyduğu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) saflarında görev yapan Kıbrıs doğumlu bir subay olarak Kıbrıs Türk halkına karşı kendimi borçlu hissediyor ve bir an önce 39. Piyade Tümeni’ne atanmak için can atıyordum. Dualarım kabul oldu ve yirmi dört saat içinde Kara Harp Okulu ile olan ilişiğim kesildi ve o akşam otobüsle İskenderun’a hareket edip ertesi sabah tümene katıldım.

39. Piyade Tümeni planlarını yapmış, harekât hazırlıklarını tamamlamıştı. Yüklemeler tamamlanmış; birlikler gemilere binmişler; denizaltılar önceden belirlenmiş yerlerde mevki almışlar; harekâtın başlamak üzere olduğu bir zamanda ABD Başkanının, Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektupla Kıbrıs’a yapılacak askeri müdahale ertelenmişti.Bu duruma başta tümen komutanı olmak üzere hepimiz çok üzüldük. Tümende görevli personelin ağızını bıçak açmıyordu.

Ben Tümen komutanından bir hafta izin alıp Ankara’ya geldim ve o zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Mehmet Ertoğruloğlu’nu makamında ziyaret ederek, Erenköy’e kafileler halinde gönderilen Kıbrıslı üniversiteli öğrencilerle birlikte adaya gitmek istediğimi bildirdim ve İskenderun’a döndüm. Haziran ayının son haftasına doğru, tümende mesai bitmiş, subaylar/astsubaylar evlerine gitmişler ve ben de Kıbrıs’taki olayları harp ceridesine yazdıktan ve istihbarat durum haritasını güncelledikten sonra Tümen Nöbetçi Amirinin odasına inmiştim. Tam o sırada Binbaşım, 2. Ordu Nöbetçi Amiri’nin telefon emrini kaydediyordu. Telefon konuşması bitince, kâğıdı bana uzatarak, emir seninle ilgili dedi. Kısaca emir:

“ Topçu Kd.Ütğm. Ali Fikret Atun (1955/24), tümenle ilişiğini kesecek; yarın akşam Ankara’da olacak ve Genelkurmay İkinci Başkanı’nı görecektir” diyordu.

Tümen Komutanı evine gitmişti. Emri, evine götürüp Komutana verdim. Emri okudu ve bana dönerek, “Şu andan itibaren tümenle ilişiğin kesilmiştir. Yolluğunu Ankara’ya ailene göndereceğim. Yolun açık gazan mübarek olsun” dedi. Otobüsle Ankara’ya geldim, Genel Kurmay İkinci Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç’ı gördüm. Gerekli talimatı aldıktan sonra, evime gittim. Ertesi sabah karım; altı yaşındaki oğlum ve beşiğinde yatan beş aylık kızımla helalleştim ve vasiyetimi karıma verip yuvamdan ayrılıp Zir Poligonu’na geldim. 28 Haziran 1964 gecesi, iki hücum botla, yetmiş altı kişiden oluşan yedinci üniversiteli öğrenci kafilesinin başında Anamur’dan hareket ederek gece yarısı Erenköy’e çıktım. Ankara çok uzaklarda kalmış ve ben on sene önce lisede arkadaşlarıma söz verdiğim gibi elimde silahımla, dar günlerinde halkımın yardımlarına koşmuş; Kıbrıs Türk halkının verdiği özgürlük ve varoluş savaşında “Cenk” kod adıyla Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) bir Mücahidi olarak en ön safta yerimi almıştım.

Erenköy Grup Komutanlığı Yeşilırmak, Erenköy, Yalya Türk kantonlarından oluşuyordu. J.Yb.Sadi Erinanç - kod adı Aka - Erenköy’e çıkan ilk komutan olup, Erenköy Grup Komutanıydı. Benden birkaç gün öce de Sv.Bnb. Edip Soyutürk – kod adı Amca – çıkmıştı. Beni kıyıda karşıladılar ve hep beraber komutanın kaldığı hanaya çıktık”

Erenköy Ali Fikret Atun’un meslek hayatına yön vermenin yanında genç yaşta ölüm kalım mücadelesi içerisinde büyük fedakarlıklar verdiği yer olacaktır.

Haftaya Ali Fikret Atun’un Erenköy’de yaşadıkları ve hayatında iz bırakanlarla buluşuncaya kadar umudunuzu yitirmeden, sağlıcakla kalın…

Editör: TE Bilisim