Yüzü kafatasının üzerinden hastalıklı eti saran yeşilimsi bir çorap. Yüzünün özellikleri acıyla yanmış ve yok olmuş. Uzun maskede geriye kalanlar iki geniş yuvarlak göz ve nokta şeklinde gözbebekleri, burun delikleri oval bir şekilde açılmış çığlık atan bir ağız. Hepimiz bu kadarını gördük.


‘Çığlık’ tablosu 1893 yılında Norveçli sanatçı Edvard Munch tarafından çizildi ama zamanımızın başyapıtlarından biri oldu. ‘Çığlık’la kıyaslanabilecek ikonlaşmış bir çok sanat eseri var. ‘Mona Lisa’ ve Van Gogh’un ‘Ayçiçeği’ tablosu gibi ama bu tablolar güzelliğin ve sanatın dünyasında var olan tablolar. Oysa ‘Çığlık’ çirkin ve acımasız bir dünyaya ait; yani buraya ve şimdiye ait. Şu dakikada hissettiklerimizi ifade etmek için kuvvetli bir kelimeyi kullandığımız gibi kullanabileceğimiz bir sembol.

Kendinizi ‘Çığlık’ tablosuyla anlatmanız için profesyonel bir karikatürcü olmanıza gerek yok, yazsanız yeter. Telefonlarımızda bulunan, ağzını açıp bağıran, gözlerini büyüten, şoktaymışçasına yanaklarına ellerini bastırmış, sarı suratı maviye dönen ‘korkarak bağıran yüz’ emojisi Munch’un tablosunu çok güzel özetliyor.

Eğer ‘Çığlık’ 20’nci yüzyılın sonlarında yeni bir anahtar gibi konuştuysa, 11 Eylül 2001’de başlayan bu yüzyılın kaygıları, tüm şaheserlerin arasında en çok günümüze ait olmasını sağlamıştır. ‘Çığlık’ın emojileştirilmesi de Sahabet son derece muazzam. ‘Çığlık’ emojisi çığlık sözcüğünü ‘Çığlık’ tablosunu görmeden ifade etmeyi de zor bir hale getirdi. Tablo adeta dilin bir parçası oldu. ‘Çığlık’ tablosu fikri ve görüntüyü yeniden bağladı ve internet çağında kendimizi görsel bir ikonla anlatmamızı sağladı.

Munch’un bu başarısının devrimci doğasını görebilmek için tek yapmanız gereken bu tecrübeyi ‘Çığlık’a nasıl kazandırdığı. 1892’de, ‘Gün Batımında Hastalıklı Ruh Hali: Umutsuzluk’tablosunu yaptı. Resimde her yeri kül edecek yangından çıkarmışçasına sararmış gökyüzünü kaplayan kırmızı bulutlar ve ateş rengi gökyüzünün altında görülen fiyordun karanlık siluetine bakan, köprünün ahşap korkuluklarına yaslanmış bir adam görünüyor.

İki figür ahşap kaldırımda yürüyerek korkuluklara yaslanan adamı kasvetli düşünceleriyle baş başa bırakıyor. Korkuluklar ve kaldırım tablonun soluna doğru dik bir perspektifle tasvir ediliyor ve paranoyayı çağrıştıran figürler tablonun sonuna, fiyordun kıvrımına doğru kayboluyor. Her iki tabloda da gerçek bir deneyim, bir dönüşüm ve unutulmaz bir açığa vurma anı mevcut. Bu acaba Blake ve Coleridge’nin romantik şiirlerindeki vizyon gibi bir sanatsal coşku mu ya da akıl hastalığından bir kesit mi? Munch 1908’de Kristiania kenarında iki arkadaşıyla yürürken güneşin battığı anda bu sorunun cevabını yazdı. “Hayat ruhumu yırtıp açmıştı.”

‘Çığlık’ tablosu bizim şuan hissettiğimiz kaygılardan çok daha fazlası. Bizi bu durumdan kurtarabilir. Politikanın, paranın ve işin eziyetinden kurtulma şansı sunuyor. Modern sanatın hakiki amacı bizi modern endüstriyel kapitalizmin sıkıcılığına karşı çıkan coşkulu deneyimlere tekrardan bağlamaktır. Belki de Munch çığlık kelimesini duyduğunda Viking kültürüyle yanıp tutuşuyordu çünkü ‘Çığlık’, bomboş kuzeyin buzluğunda titreyişiyle pagan ve ilkel bir görünüme sahip. İskandinav mitolojisinin kıyameti olan Ragnarök’ün bir resmi. Bu da onu bizim çağımızın baş yapıtlarından biri yapıyor. Led Zeppelin’in ‘Immigrant Song’unu dinleyin ve ‘Çığlık’ tablosuna bakın. Uzun süre geçmeden istemenizi sağlayan tüm şeyleri unutacaksınız…

Guardian‘dan derleyen ve çeviren: Oğuz Bayhun.