Balıkla rakı içilir mi?

Şimdi balık zamanı. Palamut iyice yağlandı, sıra lüfere geldi.

Bu günlerde balık lokantaları en favori adresler. Hele Boğaz kıyısındaysa yeme de yanında yat. O zaman bir soru soralım: Balık yemek için deniz manzarası şart mı? Bence değil. Manzaraya dalarsan balık soğur, balığa saldırırsan manzara birden karanlıklara gömülüp görünmez olur. Yani balık ve manzara yan yana olmaz. Onun manzaraya boşuna para ödemeyin!

Bir başka soru: Rakı-balık ikilisi doğru bir seçim midir?

Soruyu şöyle de sorabiliriz: Balıkla rakı mı içilmeli, yoksa beyaz şarap mı?

Bana sorarsanız, balıkla-rakı ikilisi pek uyuşmaz. Bunun nedeni, ikisinin tüketim hızının farklı olmasıdır. Balık sıcak yenir. Izgaradan, tavadan çıkınca, soğumadan tüketmek gerekir. Soğuyunca balığın tadı tuzu kalmaz. Rakı ise yudum yudum, acele etmeden, tadını çıkarta çıkarta içilir. Onun için mezelerle tadı çıkar.

Küçük bir yudum rakı, sonrasında bir kaç leblebi veya çatal ucuyla beyaz peynir. Arkasından biraz sohbet… Bu böyle sürüp gider. Eğer rakıyla balık yiyecekseniz, bu düzen alt üst olur. Çünkü rakıyı balığı yeme hızında içerseniz, kadehleri üst üste hızla bitirmek zorunda kalırsınız. O Zaman da sarhoş olursunuz. Eğer balığı rakının içme hızına uydurup yavaş yavaş yerseniz, balık soğur, tadı kaçar. Yani ikisinin tüketim ritmi, hiç bir zaman birbirini tutmaz.

Ben balığın yanına şarabı tercih ederim. Şarap derken sadece beyaz şarabı kastetmiyorum. Pinot Noire, merlot, kalecik karası, Öküzgözü gibi üzümlerden yapılan hafif kırmızılar da balıkla iyi uyum sağlarlar

Aslında bu kadar ince eleyip sık dokumaya pek gerek yok. Çünkü  üç tarafımız denizlerle kaplı ama balığı pek sevmeyen (bilmeyen) bir toplumuz. Mutfağımız adeta balık fakiri. Bildiklerimizin dışına çıkmayı pek sevmiyoruz. Örneğin ya tava ya ızgara ya da buğulama. Ufkumuz bu kadar dar!

Mutfağımıza giren balık çeşidi de çok değil. Klasikler: Palamut, lüfer, hamsi, istavrit, sardalye. Bir de Norveç’in somonu…

Kalkan zengin mutfaklarına sığındı. Gümüşün adı anılmaz oldu. Kimse artık “Boklu Kebap” yapmıyor. Fener Balığı “Öcü” diye adlandırılıyor, anneler çocuklarını bu balıkla korkutuyor. Pisi ve Dil Balıklarını kimse ayırt edemiyor. Kırlangıç çorbasını yapmasını bilen İstanbullu sayısı iki elin on parmağı kadar azaldı. İskorpitin adını doğru söyleyebilen kaç kişi kaldı ki? Bir zamanlar İstanbul’da, adaların etrafında gezinen Lipsozları artık balıkçılar bile tanımıyor.  Fatih’in sofrasından eksik olmayan yılan balığı ise yeni kuşağın iğrenerek baktığı balıklar kategorisine girdi.

Tezgahtaki balıkların adını sayana rastlarsanız, onu yanaklarından öpüp, tebrik edin.