Siyasete, siyasi yöneticilere olan güvensizlik, söylenti ya da şehir efsanesi falan değildir, gerçektir.    Son yıllarda yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında siyasete ve siyasi yöneticilere yönelik güvensizlik hep yüksek çıkıyor.     İnsanlar kendi aralarında da yaptıkları konuşmalarda, “güven duymadıkları” meselesini sıkça dile getiriyorlar.     İnsanlar güvenmemekte haklıdır, çünkü verilen sözler tutulmuyor, yapılması gereken işler yapılmıyor, çözülmesi gereken sorunlar çözülmüyor.     Bir çırpıda size yığınla “yapılacak” denilip de yapılmayan iş, “açılacak” denilip açılmayan hastaneler, merkezler, yaşam evleri, tesisler sayabilirim…     Devlet olanakları partizanca kullanılıyor, yandaşlar, yakın çevre kollanıyor, üstelik bunlar halkın gözünün içine baka baka yapılıyor. Bazı siyasilerin adı yolsuzluklarla anılıyor…     Doğal olarak tüm bunlar bir güvensizlik yaratıyor…  

 Hükümetin yapmak istediği bazı işlere yönelik bir önyargı oluşuyor.    

Maalesef artık kimse, yapılan herhangi bir şeyin halk için olduğuna inanmıyor.     Her yapılan işin altında çapanoğlu aranıyor.     “Acaba bu kez kim nemalanacak, acaba yine gizli kalmış bir kötülük mü var?” diye kuşkulu yaklaşılıyor.     Bazı kesimlere yönelik bir rant sağlama düzeni kurulmuş…     Halkın, devletin çıkarlarından önce, sanki de bazı kesimlerin çıkarı gözetiliyor.     Görüyor insanlar bunları, çoğu zaten göz göre göre yapılıyor.    

Yapılan yanlışlardan geri adım atılmıyor; mesela Elektrik Kurumu’na akaryakıt alımı konusunda, tüm tepkilere, ortaya çıkan büyük maddi zarara rağmen ihale sistemine dönülmüyor, inatla ve ısrarla doğrudan yakıt alımı yapılıyor…   

 Israrla bazı büyük işletmelere kıyaklar yapılıyor, vergi indirimlerine gidiliyor, devlet çıkarı gözetilmiyor.    

Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi’nde patlak veren “sahte diploma” ve “rüşvet” olaylarının devletin içine kadar sızdığı görülüyor.    

Siyasetin içindeki kişilerin, üst düzey devlet yöneticilerinin, müdürlerin “sahte diploma” ve “rüşvet” olaylarına karıştığı görülüyor. Hatta bazı milletvekillerinin adı bile geçiyor bu konularla ilgili.      Tüm bunları alt alta koyduğunuzda kocaman bir güvensizliğe neden oluyor…     

Ülkeye getirilecek olan “donmuş etle” ilgili tepkiler de bu güvensizliğin bir sonucudur.     

Birçok kişi ve kesim, donmuş etin halk için gelmeyeceğine, birilerine kıyak için getirileceğine inanıyor.    

Bazı kesimler, ithal kapısı açılırsa artık durmayacağını, taahhüt edilen rakamdan da fazlasının ülkeye geleceğini düşünüyor.     

Kimleri gelecek etin kalitesinden şüphe ediyor.     

Kimileri ise buzlu et için satıcıların, dürüst davranmayacağını, “İşte bu ithal donmuş ettir, işte bu da yerli taze et, hangisinden istiyorsun?” sorusunun sorulmayacağını, ithal etin insanlara taze et niyetine satılacağını iddia ediyor.      

Yani denetim özürlü bu ülkede istismarların olacağına inanıyor insanlar…     

Siyasi yöneticiler ne kadar “halk ucuz et yesin diye et ithal ediyoruz” derse desin, karşıdan hep kuşkuyla bakılıyor.    

Bu güvensizlik, bu kuşku yok olmadıkça bir sonuca varmak kolay değildir, o nedenle diyalog şarttır, tarafların yan yana gelmesi, birbirilerine meramlarını anlatması önemlidir ve zorunludur.

Editör: Pınar Gözek