Kıbrıs sorunu giderek karmaşıklaşan ve farklı boyutlar kazanan uluslararası bir sorun olmakla birlikte, özünde Kıbrıs adasının kime ait olacağı veya son sözü kimin söyleyeceği meselesi olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla Kıbrıs uyuşmazlığının, tarihsel kökleri bakımından bir egemenlik sorunu olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken, adayların kampanyaları da önemli yapısal faktörlerden biri olan Kıbrıs sorunu ve buna bağlı olarak ‘egemenlik’ tartışmaları etrafında yoğunlaşmaktadır. Adayların, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin önerdikleri iki devletlilik ile federasyon tezleri, iki farklı egemenlik anlayışını içermektedir.
Modern devletlerin temel özelliklerinden biri olan egemenlik prensibini, kısaca en üstün siyasal otorite olarak tanımlayabiliriz. Kıbrıs sorunu bağlamında ortaya atılan iki farklı vizyonun nasıl bir egemenlik anlayışına dayandığına bakalım.
Öncelikle iki devletlilik tezinin içerdiği egemenlik anlayışı, ‘egemen eşitlik’ prensibine yaslanmaktadır. Egemen eşitlik, uluslararası hukukta her devletin büyüklüğüne bakılmaksızın diğer devletlerle eşit olduğu ve iç işlerine karışılamayacağını öngören dış egemenlik boyutuyla ilgilidir.
Bu yönüyle iki devletliliği savunanlar, ayrı ve bağımsız bir egemenlik talebiyle, Kıbrıs sorununda açıkça olmasa da konfederal bir yapıyı ima etmektedirler. Ancak bu tezin en önemli açmazı, KKTC’nin uluslararası hukuk bakımından geçersiz olması ve Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmamış olmasıdır.
Bu nedenle egemen eşitlik tezi, öncelikle Kıbrıs Rum tarafının onayı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uyumu açısından problemlidir. Nitekim egemen eşitliğe dayalı iki ayrı devlet tezi, ne Kıbrıs Rum liderliği ne de uluslararası toplum tarafından kabul görmektedir.
Bir an için Kıbrıs Rum liderliğinin iki ayrı devleti kabul ettiğini varsayarsak, Kıbrıs Türk liderliği egemen eşitlik prensibi gereğince, Kıbrıs’ın güneyinde olup bitenlere ilişkin söz sahibi olması mümkün olamayacaktır.
Örneğin askeri veya diplomatik anlaşmalar konusunda Kıbrıs Cumhuriyeti istediği kararı rahatlıkla alabilecek.. Kıbrıs adası etrafındaki doğal gazların güneyde olanları üzerinde Kıbrıslı Türkler hak iddia edemeyecek…
Avrupa Birliği ile ayrı üyelik başvuru süreci gerekecek ve AB’ye katılım durumunda iki kesimlilik, federasyonda olduğu gibi korunamayabilecektir.
Kıbrıs sorununun önemli bir unsuru olan mülkiyet konusu, ayrı devletin kabulü durumunda nasıl çözülecek? KKTC otoritelerinin bu konuda vereceği karardan memnun olmayanlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidebilecek mi? Eğer giderlerse, mahkemenin verdiği kararlar KKTC tarafından yerine getirilebilecek mi?
Ayrıca toprak konusu, ayrı devletin kabulü durumunda ne olacak? Mevcut sınırlar korunacak mı? Korunacaksa Kıbrıslı Rumlar ayrı devleti neden kabul etsinler? Ayrı devlet kabulünün altındaki temel motivasyon ne olacak? gibi bir dizi karmaşık soru(n) da egemen eşitlik söylemiyle birlikte gelmektedir.
Egemen eşitlik açısından güvenlik ve garantiler nasıl düzenlenecek? Egemen eşitlik prensibine göre Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerinde Garanti ve İttifak Antlaşmalarından doğan hak, yükümlülük ve yetkilerinden feragat edip, KKTC ile sınırlandırması gerekecektir. Böyle bir durumda Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde ayrı güvenlik ve askeri yapılanmalar, gerilim yaratmayacak mı? Her iki toplum kendilerini yeterince güvende hissedebilecek mi?
Öte yandan federasyon tezinin içerdiği egemenlik anlayışı çift katmanlıdır. İki devlet savunucularının, kampanyalarda federasyona yönelttikleri eleştirilerden biri de ‘federasyonda egemenlik yok; Kıbrıslı Türkler yama olacak’ şeklindedir.
Oysa dış egemenlik tektir ve uluslararası ilişkilerde Kıbrıslı Türkler ile Rumlar birlikte temsil edilir. İç egemenlik ise iki toplum arasında siyasal eşitlik prensibine göre paylaşılmaktadır. Yani Kıbrıs Rum kurucu devleti ne kadar egemense, Kıbrıs Türk kurucu devleti de aynı ölçüde egemendir.
Bu modele göre Kıbrıslı Türkler tabiri caizse kendi devletlerinde efendi, federal devlette de ortak olacaklardır. Bu modelin avantajı, BM başta olmak üzere uluslararası toplumun desteğine ve meşruiyetine sahip olmasıdır. Dezavantajı ise Rum liderliğinin egemenliği eşit bir biçimde Kıbrıs Türk toplumuyla paylaşmaktan kaçınmış olmasıdır.
Öte yandan federasyon modelinin Kıbrıs’ta hayata geçmesi durumunda, tek egemenlik gereği Kıbrıslı Türkler Kıbrıs adasının bütünü üzerinde söz sahibi olabilecekler. Hükümette alınacak olan kararlarda Kıbrıslı Türklerin etkin katılım koşulu da aranacaktır.
Örneğin dış politika, savunma, Kıbrıs adası etrafındaki doğal kaynaklar, federal hükümetin yetki alanında olup, Kıbrıslı Türkler de bu alanlarda söz sahibi olabileceklerdir.
Federasyon temelinde bir çözüm halinde, Kıbrıslı Türkler AB ile ayrı üyelik müzakerelerine gerek kalmaksızın, Kıbrıs’ın kuzeyinde de müktesebat geçerli olacaktır.
Mülkiyet sorunu, siyasal çözüm ile birlikte bireysel başvuru temelinde halledilirken, toprak konusunda da belirli oranlarda düzenleme yapılacaktır. Düzenlemeye konu olan topraklarda mülk sahibine, düzenleme dışı olanlarda ise kullanıcıya öncelik tanınarak mülkiyet sorunu çözülmeye çalışılacaktır.
Güvenlik ve garantiler konusu da garantör devletlerin ortak uzlaşısı ile halledilebilecek ve bir tarafın güvenliği diğer tarafın güvenliği pahasına olmayacak prensibine göre düzenlenecektir.
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyalarına konu olan egemenlik sorunsalı, Kıbrıs sorununun özsel konularından biri olup, sloganlarla geçiştirilmeyecek kadar yaşamsaldır. Bu çerçevede adayların önerdikleri vizyonun nasıl bir egemenlik anlayışını barındırdığını iyi kavramak ve ona göre tercihte bulunmak gerekir.
Sonuçta hangi egemenlik anlayışının toplumsal olarak kabul göreceği, seçim sandığında yapılan tercihlerle belirlenecek ve bu tercihler de toplumsal geleceğimizi belirleyecektir.