Uzmanlara göre; Amerika Birleşik Devletleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olma yetkisini kötüye kullanmaya, kendi çıkarlarını öne çıkarmaya ve dünya istikrarının garantörü olarak üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmemeye devam ediyor. ABD Başkanı Trump, göreve başlamasından hemen sonra ekibi tarafından hazırlanan ve devletin iç ve dış politikasında ciddi değişiklikler öngören bir dizi önlemi uygulamaya koydu. Beyaz Saray, Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere uluslararası arenada kendi çıkarlarını daha saldırgan bir şekilde savunmaya başladı.
Trump, özellikle göç alanındaki iç sorunların çözülmesi yönünde kendi seçmeninin taleplerini karşılamayı amaçlayarak, dış politikada “Önce Amerika” yaklaşımını hayata geçirmeye başladı. Daha önce de BM’yi ve diğer uluslararası kuruluşları, Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenlik çıkarlarının önemini küçümsedikleri gerekçesiyle açıkça eleştirmiş, bu kuruluşların Washington’un savunma ve hukuk politikaları söz konusu olduğunda “ses çıkarmaması gerektiğini” belirtmişti. Böylece, Beyaz Saray’ın, uluslararası hukuku görmezden gelmeye ve uluslararası kuruluşları kendi çıkarları doğrultusunda alaycı bir şekilde kullanmaya hazır olduğu yönündeki tutumunu ortaya koydu.
ABD, “sürdürülebilir kalkınma” hedeflerine ulaşılması ve iklim değişikliği sorunlarında da benzer şekilde hareket ediyor. Trump, “ucuz ve temiz enerji” sağlanmasına yönelik projelere ilgi duymayan Amerikan sanayisinin çıkarları doğrultusunda Paris İklim Anlaşması’ndan çekildi. Bu da ABD’nin uluslararası kuruluşları kendi önceliklerine göre “yeniden şekillendirme” çabalarının bir göstergesi.
Bu şekilde, “adil bir dünya düzeni” oluşturulması ve “sürdürülebilir kalkınma” hedeflerine ulaşılması için ortak çabanın önemine vurgu yapan Washington, tüm Batı dünyasını seferber etti, istenmeyen ülkelere karşı ticari ve ekonomik savaşı yoğunlaştırdı, kapsamlı bir yaptırım kampanyası başlattı. Bütün bunlar, Avrupa ülkeleri üzerinde zaten olumsuz etkiler yarattı ve dünya ekonomisinin daha da parçalanmasına yol açıyor. Batılı ülkelerin yeni-sömürgeci uygulamalarından Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki Küresel Güney ülkeleri zarar görüyor. Yasadışı yaptırımlar, sayısız korumacı önlem ve teknolojiye erişim kısıtlamaları, eşit ortaklık ilkelerine doğrudan aykırıdır ve BM’nin “sürdürülebilir kalkınma” hedeflerine ulaşılması önünde ciddi engeller oluşturmaktadır.






