“Artık eski dünya yok” dedi çok bilgili bir ağabey uzun bir telefon konuşması sırasında. Dünkü “Kanlı Fikirler Dizisi” başlıklı yazımı okumuş, onunla ilgili aramak istemiş. Laf lafı açtı, hazır bulmuşken sorumla yorayım istedim. Ama o bilgisi ve öngörüleriyle beni hırpaladı. Hırpalarken de aslında gözümüzün önünde cereyan edenleri bir perspektif içinde anlamlandırmamı sağladı.
“Öyle azınlıkların hakları, çoklu katılım, daha demokratik süreçler, herkesin sözünün dinlendiği ve herkesin memnun edilmeye çalışıldığı düzen artık yok” diye ekledi.
Dünyayı yöneten güçlerin, özellikle Ortadoğu’daki deneyimlerinden sonra, işlere daha katı ve daha kestirmeden baktıklarını anlattı uzun uzun. Ve de çarpıcı örneklerle söylediklerini destekledi.
Dünyanın düzeni değişip, büyük güçlerin “bizi rahatsız etmeyin, çıkarlarımıza da halel getirmeyin, kendi ülkenizde ne haliniz varsa görün. İster çarşaf örtünün ister 15 vakit namaz kılın. Ne göç ne de terör istemem” yaklaşımına geçince, bu durumun elbette Kıbrıs sorununa da sirayet etmesi kaçınılmazdır.
Eğer, az önce ifade ettiğim güçler, Irak, Suriye ve Afganistan gibi ülkelere, ‘bizi rahatsız etmeden ve çıkarlarımıza halel getirmeden…’ ifadeleri ile başlayan şartlı bir, “dizayn ettikten sonra rahat bırakma” yaklaşımına girmişlerse ki öyle görünüyor, dönüp bu güçlerin Kıbrıs’taki çıkarlarına bakmak lazım.
Tabii benim gibi sıradan bir gazetecinin bu büyük güçlerin Kıbrıs’taki derin çıkarlarını bilmesi ya da öğrenmesi pek mümkün değil ama en azından temeli boş olmayan tahminler ya da öngörüler yapmak mümkün. Gaz var. Güvenlik var.
Şimdi gelelim değişen ve kestirmeci, çok daha az hassasiyetlere hassasiyet gösteren uluslararası güçlerin Kıbrıs ile olası düşüncelerine.
Kendimi bir an için, bu değiştiğini anladığımız dünya düzeni içinde Sam Amca ya da John Bull yerine koysam Kıbrıs için ne derdim derdim mesela?
Kıbrıslı Türklerin oluşacak, şimdilik ütopik gibi görünen, yeni ortaklık devletindeki söz haklarını ne kadar umursardım? Hiç!
“Ben ki, Suriye’yi Golani teslim etmişim, Afganistan’ı Taliban’a bırakmışım, Kıbrıslı Türklerin dönüşümlü başkanlık ya da Rumlarla eşit olma arzularını ne kadar dinler ya da bana başka projelerime engel olmasına izin veririm. Tabii eğer bir yol yürümeye karar vermişsem.
Ha eğer bir karar vermemiş ve Sam ve John olarak bizler, Kıbrıs’ta herhangi bir şey yapmaya ihtiyacımız yoksa bugünlerde, bizi rahatsız etmez, petrol, gaz, ya da İsrail’in güvenliği gibi konularda bize sorun çıkarmadığınız sürece, mevcut durumu devamı ile ilgili bir sorunumuz yok.
İşimize gelirse, önemli ortağımız Türkiye ile görüşür, Avrupa Birliği üzerinde Yunanistan’a da anlatır, mevcut durumu, uluslararası hukuk içerisinde uygun bir yere de yerleştiririz” derdim herhalde.
Şimdi Sam ve John bunu söylerken, kendi içimize bakalım. Bakalım çünkü dünyanın dışında olduğumuzu ve dünyadaki gelişmelerin bizi etkilemediğine inanmakla ünlü Kıbrıslı Türkler olarak ilginç bir noktadayız.
Ulusal Birlik Partisi Kıbrıs meselesi ile ilgili artık fikri olmayan bir partidir benim nazarımda. Ezber ile yürüyen, anında değişebilen ve aynı şiddetle yeni şeyi de savunabilen bir partidir. UBP’de sorun yok. Değişir.
Ama Cumhuriyetçi Türk Partisi ise detaylarda boğulan ve uluslararası konjonktüre göre Kıbrıs sorununa bakışını yenileyemeyen daha da ezberci bir partidir. UBP ile bu alandaki farkı, ezberini bozmak konusundaki zorluğudur. Yenilenmeyi ilkesizlik olarak değerlendirmek CTP’nin en büyük sorunudur. Halbuki değişim iktidar değişikliği ile olmuyor.
Sam Amca ve John Bull değişti. Mecbur değişeceksiniz.
