21. yüzyılı tanımlayabilecek en iyi kavramlardan biri de ‘krizler’dir. İçinde yaşadığımız yüzyılın ilk çeyreğinde, terörizm krizi, finansal kriz, pandemi krizi, savaşlar ve iklim krizi gibi insanlık açısından önemli dönüm noktaları oluşturan çeşitli krizlere tanıklık ettik ve hala etmekteyiz.
Birçok kriz, acil olarak alınan kararlara bağlı olarak hafifletilebilir veya atlatılabilir. Bugün ateş çemberine dönüşen bölgemizde yaşanan savaşlar da birtakım bedeller ödenerek, elbette son bulacaktır.
Ancak iklim krizi, bugün savaşların gölgesinde kalsa da, insanlar başta olmak üzere tüm canlıların ve ekosistemin geleceğini derinden etkilemekte ve tehdit etmektedir. İnsanlar, diğer canlılar gibi doğanın ayrılmaz bir parçası olmasına rağmen, doğayı kendi dışında, sömürülecek bir kaynak olarak görmüş ve ona kendi elleriyle zarar vermiştir.
Özellikle sanayileşme sonrasında kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlarının kullanılması, ormanların yok edilmesi ve bunlara bağlı olarak sera gazındaki artış, küresel ısınmaya yol açtı. Küresel ısınma da zincirleme olarak atmosferdeki sıcaklıkların dengesiz bir biçimde artmasına, buzulların erimesine ve suların yükselmesine, sel olaylarına, orman yangınlarına, kuraklığa ve tarım üretiminin olumsuz etkilenmesine, biyoçeşitliliğin azalmasına ve ekosistemin bozulmasına neden olmaktadır.
Akdeniz iklim kuşağında yer alan adamız da özellikle küçük bir toprak parçasına sahip olmamız bakımından küresel ısınmanın sonuçlarını, dramatik bir biçimde hissetmektedir. Aşırı ve dengesiz sıcak havalar ve kuraklık giderek artarken, yağışlar giderek azalmaktadır. KKTC Meteoroloji Dairesi’nin Mayıs 2025’e ait verilerine göre, bu yılın en yüksek ortalama hava sıcaklığı gerek geçen yılın Mayıs ayından gerekse 29 yılın ortalamasından daha yüksek çıkmıştır.
Keza KKTC’nin alansal yağış miktarı hem geçen yılın Mayıs ayına hem de 29 yılın ortalama yağış miktarına kıyasla düşmüştür. Bunun doğal sonucu olarak da ülkemizde kuraklaşma meydana gelmektedir. Nitekim 2025 Mayıs ayına ait kuraklaşma verileri, bir önceki yıla kıyasla değerlendirildiğinde, Kıbrıs’ın normal bölgelerinin dışında, ‘hafif kurak’ bölgeler, ‘orta kurak’ bölgeler, ‘şiddetli kurak’ bölgeler, ‘çok şiddetli kurak’ bölgeler ve ‘olağanüstü kurak’ olarak sınıflandırılan bölgeleri dikkat çekmektedir.
İklim krizinin etkilerine açık olan adamız sadece ekolojik olarak değil, ekonomik ve sosyal bakımdan da ciddi risklerle karşı karşıyadır.
Bütün gezegenimizi olumsuz etkileyen iklim krizine karşı önlemler, sadece toplumsal veya ulusal sınırları aşmakta ve uluslararası iş birliğini gerekli kılmaktadır. Nitekim Paris İklim Anlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve benzeri uluslararası anlaşmalar, devletler arasında küresel iklim krizine ilişkin birtakım önlemler alınmasını öngörmektedir.
Ayrıca bölgesel düzeyde Avrupa Birliği’nin ‘Avrupa Yeşil Mutabakatı’ adıyla başlatmış olduğu stratejik plana göre, fosil yakıtlarının sıfırlanıp yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, karbon emisyonlarının azaltılması ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanması hedeflenmektedir.
Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti de AB üyesi bir devlet olarak, Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde yenilenebilir enerji ve atık yönetimi gibi çeşitli alanlarda birtakım önlemler almaktadır. Kıbrıs adası sonuçta coğrafi olarak bir bütün olup, küresel iklim krizinden Kıbrıs’ın hem kuzeyi hem de güneyi etkilenmektedir. Sonuçta ekolojik sorunlar sınır tanımamakta; ancak Kıbrıs’ta acil önlemler alıp iş birliği yapma konusunda, maalesef siyasal sınırlara takılıyoruz!
Oysa her iki toplumun iklim krizi karşısında; yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği, atık yönetimi gibi konularda ortak projeler yürütmesi beklenirdi. Çevre ve iklim konularında yapılacak toplumlar arası iş birlikleri, geleceğe dönük barışın inşasına da hizmet edebilirdi.
Nitekim Mart ayında Cenevre’de BM gözetiminde yapılan gayriresmi Kıbrıs toplantısında güven yaratıcı önlemler kapsamında alınan kararlardan biri de Kıbrıs’ta BM kontrolündeki ara bölgede ortak bir güneş enerjisi santrali kurulmasıydı. Ne var ki adadaki karbon emisyonunun azaltılması ve enerji verimliliği bakımından önemli bir gelişme olabilecek olan bu öneri, daha sonra Kıbrıslı Rum lider tarafından bazı şartlara bağlandı ve her iki toplumun ortak iş birliği yerine, sözleşmenin sadece Kıbrıs Cumhuriyeti ile yapılıp, enerji paylaşımının Rum tarafı üzerinden gerçekleşmesi üzerinde ısrar edildi.
Adanın her iki yakasında da kendilerini vatansever olarak addedenlerin, yurdumuz olan adamızın maruz kaldığı iklim krizi karşısında ortak mücadele etmesi gerekirdi.
Öte yandan KKTC olarak iklim krizi konusunda tek başına atabileceğimiz hiçbir adım yok mu?
Zira bu konuda küresel iklim krizinden adeta bağışıkmışız gibi davranıyoruz. Örneğin enerji politikaları ve yenilenebilir enerji gibi konularda düzenleme yapabilecek kurumsal yapıların kurulmasını öngören Enerji Dairesi yasa tasarısı ile Enerji Üst Kurulu yasa tasarısı 2022 yılından beri, KKTC Meclisi’nde hala beklemektedir.
Oysa KKTC olarak atabileceğimiz birçok adım vardır:
-Örneğin, iklim ve çevre konusunda stratejik bir eylem planı yapabiliriz.
-Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji konusunda teşvik edici politikalar yapabiliriz.
-Karbon emisyonlarının azaltılması bakımından elektrikli araçları özendirebilir ve buna yönelik ithalatı ve uygun vergi politikalarını destekleyebiliriz.
-Ormanların korunması ve yeşil alanların artırılmasını teşvik edebiliriz.
-Su kaynaklarının ölçülü ve verimli kullanılmasına özen gösterebiliriz.
-İklim değişikliği konusunda farkındalık eğitimleri düzenleyebiliriz.
Bu ve benzeri birçok önlemi gerek toplumsal gerekse bireysel olarak alabiliriz.
Etimolojik olarak ‘krisis’ kökünden gelen kriz sözcüğü, dönüm noktası ve karar verme anlamlarına da gelmektedir.
İklim krizine ilişkin önemli bir dönüm noktasında olan ülkemizi ve ülkemizdeki yaşamı koruma konusunda karar vermek için daha neyi bekliyoruz?