Kıbrıs sorunu yalnızca Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında değil; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de söz sahibi olduğu uluslararası bir sorundur. O bakımdan, sorunun çözümü için iki toplumun ortak iradesinin yanında garantör ülkelerin iradelerinin de aynı yönde olması gerekmektedir.
Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri, Kıbrıs sorununu doğrudan veya dolaylı olarak etkileme kapasitesine sahiptir. ABD’nin uluslararası politikadaki hegemonyası 1990’lı yıllar ve 2000’li yılların başına kıyasla göreli olarak erozyona uğramış olsa da, uluslararası sistemin hâlâ en güçlü aktörü konumundadır.
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın geçtiğimiz günlerde Kathimerini gazetesine verdiği röportajda, ABD’nin Kıbrıs sorunu konusunda önümüzdeki dönemde nasıl bir rol oynayabileceğine ilişkin önemli ipuçları yer aldı.
ABD’li yetkili, özellikle Kıbrıs sorununu Türk–Yunan ilişkileri ve Doğu Akdeniz enerji düzeni bağlamına yerleştirerek ekonomik bir vizyon sundu.
Barrack, Doğu Akdeniz'i istikrara kavuşturmaya yönelik daha geniş kapsamlı çabalara Kıbrıs’ın da dahil edilmesi gerektiğini belirterek, “Sağlıklı bir vücudun ortasında apse olamaz.” benzetmesini yaptı.
Buradan, ABD’nin Doğu Akdeniz’de istikrarlı bir düzen arayışında olduğu ve bu düzen içinde Kıbrıs sorununun çözümünün de gerekli görüldüğü çıkarımını yapabiliriz. Başka bir ifadeyle ABD, Kıbrıs sorununu Doğu Akdeniz enerji güvenliğinin önündeki başlıca engellerden biri olarak görmektedir.
Barrack ayrıca, ABD’nin Türkiye ile Yunanistan arasında “köprü kurmaya” çalışacağını söyleyerek, ABD’nin doğrudan soruna müdahil olmak yerine bir tür kolaylaştırıcı misyon üstleneceğini ima etti.
Hazar’dan Akdeniz’e uzanan ekonomik odaklı bölgesel bir düzenden söz eden ABD’li yetkili, bu yeni vizyonun bölgeyi uzun süredir rahatsız eden siyasi gerginlikleri azaltmaya yardımcı olabileceğini ileri sürdü.
Bu bağlamda, ABD’nin Kıbrıs sorununa doğrudan müdahil olup siyasi çözümü zorlamayacağını; ancak ekonomik iş birliklerini teşvik ederek siyasal gerginliklerin yumuşamasına katkı sunacağını anlıyoruz.
Doğu Akdeniz havzasında enerji keşiflerinin artmasıyla bölge, ABD için hem ekonomik hem de jeopolitik bir öncelik hâline gelmiştir. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump, seçildiği birinci döneminde Kıbrıs sorununun çözümünden çok enerji güvenliğine ve Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’yle askeri iş birliklerine ağırlık vermişti.
ABD bu çerçevede Doğu Akdeniz’de Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail’in iş birliklerini desteklemiş; Rumlara 1987’den beri uygulanan silah ambargosunu kaldırarak askeri iş birliklerini artırmıştı. O dönemde Türkiye ile yaşanan S-400 ve Suriye gerilimleri nedeniyle ABD’nin Kıbrıs konusunda gözettiği denge politikası da Rumların ve Yunanistan’ın lehine bozulmuştu.
Trump’un ikinci döneminde, kişisel ve pragmatik yaklaşımının etkisiyle, ABD’nin Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge politikasına yöneleceğini anlıyoruz. Bu değerlendirmeyi, ABD’li yetkili Barrack’ın açıklamaları da güçlendirmektedir.
Ayrıca Barrack’ın Doğu Akdeniz’de bir forum kurulması önerisi, bir anlamda Türkiye’yi dışlayan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun yetersiz görüldüğünü ve Türkiye’nin de dahil edileceği daha kapsayıcı bir platformun ima edildiğini göstermektedir.
Bu bağlamda ABD’nin, Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri yalnızca ikili meseleler değil; bölgesel istikrarın kilit unsurları olarak gördüğü söylenebilir. Kıbrıs, bu ilişkilerin tam merkezinde konumlandırılmaktadır.
Sonuçta Doğu Akdeniz’de yeni bir düzenin kurulması, Türk–Yunan ilişkilerinin normalleşmesini ve Kıbrıs’ta kapsamlı ya da en azından çerçevesi belirgin bir çözümün kabul edilmesini gerekli kılmaktadır.
Önemli olan, tüm bu küresel ve bölgesel süreçler yaşanırken Kıbrıslı Türkler ve Rumlar olarak nerede durmak istediğimize karar verebilmemizdir. Esasen biz kendimize nasıl bir rol biçeceğiz? Tarihsel olarak ilk kez de olsa ortak bir irade gösterebilecek miyiz? Kim bilir belki de “yeni refah düzeni”nin kilit kurucularından biri oluruz.
