15 Mayıs dünya iklim günü olarak kutlanır. İklim değişikliği ve küresel ısınmaya dikkat çekmek için ilan edilen bu günde, iklim krizinin en büyük nedenlerinden birinin insan faaliyetleri olduğu vurgulanır.
Elbette, yılın neredeyse her günü belli bir konuya atfedilerek anıldığı için, bu tip günler sıradan bir ritüele dönüştü.
Ne var ki iklim günü, artık kanıksanan diğer günlerin pek çoğundan daha önemli ve üstünde dikkatle durulması gereken günlerin başında gelir.
Neden?
Bu sorunun cevabını daha iyi kavrayabilmek için bazı temel verilere bakmakta yarar var:
1980’lerden bu yana dünya çapında kuraklıktan etkilenen arazilerin büyüklüğü üç katına çıktı.
1980’lerde yüzde 15 olan en az bir ay boyunca aşırı kuraklıktan etkilenen karasal olan büyüklüğü, 2023 yılında yüzde 48’e çıktı.
1980’lerde en az üç ay boyunca aşırı kuraklık yaşayan alan büyüklüğü yüzde 5’ken, 2023’te yüzde 30’a çıktı.
Aslında iklim değişimi yalnızca kuraklık sonucunu getiren bir olumsuzluk da değil.
Aynı zamanda, kuraklıkla birlikte aşırı yağışları, selleri ve bir takım hava olaylarını da yaratarak dünyamızı tam bir dengesizliğe de götürüyor.
Bir kişinin düşük tansiyonla yüksek tansiyonu aynı anda yaşaması benzeri bir durum bu.
Özetle, dünyamız binlerce yıldır kurulu dengesini yavaş yavaş ama istikrarlı bir şekilde kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
Zaten, kendi çevremizde de bunu gözlemleyip yaşamaya başladık.
Yıllardır bu topraklarda iklim dengesi sayesinde yaşayan bazı bitki ve ağaçların son yıllarda kuruduğuna tanık oluyoruz.
Çok şükür henüz ülkemiz o boyutlara gelmedi ama özellikle Afrika kıtasında artan sıcaklıklardan, daha fazla yağıştan kaynaklı sivrisineklerle bulaşan virüslerden ölen insan sayısı hızla artıyor. Sıtma ve Batı Nil virüsü gibi öldürücü olabilen hastalıklar hiç görülmeyen yerlere kadar yayıldı.
Dünyanın herhangi bir köşesinde başlayan küçük bir virüsün dünyanın her yanını nasıl kasıp kavurduğunu çok yakın bir geçmişte covid pandemisinde acı ile tecrübe ettik.
Öte yandan iklim değişiminin suya erişimi de ciddi oranda tehdit ettiği, hatta bu durumun insanlığın sonunu bile getirebileceği iddia edilmektedir.
Güney Kıbrıs’ta özellikle bu yıl zirveye tırmanan su sorunu da bu konuda uyarıcı nitelikte.
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’den gelen su nedeniyle biz bir süredir su sıkıntısı yaşamasak da, su politikası oluşturmak, suyu etkin ve verimli kullanmak durumunda olduğumuzu hatırlamakta fayda var.
Kuşkusuz, küresel iklim sorununu biz çözemeyiz. Ama küçük ülkemizden küçük de olsa bir katkı yapmak elimizde.
İklim krizinin yarattığı küresel tehdide karşı hazırlıklı olmak mümkün. En azından, belediyelerimiz yeşil ağaçları korumak, toprak alanları daha fazla beton alanına dönüştürmemekle işe başlayabilirler.