Kıbrıs sorununun çözümü konusunda kapsamlı müzakerelere geçip geçemeyeceğimiz belirsizliğini korumaktadır.
1968 yılından beri kesintili de olsa yürütülen toplumlararası müzakereler ilk kez bu kadar uzun kesintiye uğramıştır.
2017 Crans-Montana fiyaskosundan bu yana 8 yılı aşkın bir zaman geçmiş ve taraflar arasındaki uçurum giderek büyümüştür.
2020 yılında Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanlığına geldikten sonra Türkiye’nin de desteğiyle Kıbrıs sorunu konusunda Türk tarafının ortak pozisyonu olarak iki devletlilik politikası benimsenmişti.
2020-2025 yıllarını kapsayan Tatar döneminde, gerek Rum tarafı gerekse uluslararası toplumun iki ayrı devlet politikasını şiddetle reddetmesi üzerine hiçbir resmi müzakere olmamıştır.
Bununla birlikte, Nisan 2021 tarihinde Cenevre’de 5+1 formatında ve Haziran 2025’te New York’da yine aynı formatında gayriresmi toplantılar yapılmıştır. İlk toplantıda kapsamlı müzakereler için ortak bir zeminin olmadığı BM Genel Sekreteri tarafından tespit edildi. İkinci toplantıda da doğrudan güven yaratıcı önlemler konusu üzerinde durularak bu kapsamda birtakım kararlar alındı.
TC Cumhurbaşkanı BM Genel Kurulu’nda birkaç kez KKTC’nin tanınması için uluslararası topluma çağrı yapmasına rağmen, bu konuda bir ilerleme sağlanamadı. Hatta KKTC’yi akrabalık bağları üzerinden ilk tanıması beklenen Türki Cumhuriyetler bile KKTC’yi tanımak şöyle dursun, AB ile ekonomik yatırım karşılığında KKTC’nin tanınmasını yasaklayan ilgili BM Güvenlik Konseyi kararları konusunda taahhüt verdiler.
Sonuçta iki devletlilik politikası konusunda, KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edilmesi dışında bir kazanım elde edilememiştir.
Öte yandan federasyon vizyonunu savunan Tufan Erhürman’ın farklı gerekçelerle de olsa %63’lük bir oy oranıyla Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, ona güçlü bir meşruiyet kazandırmıştır.
Cumhurbaşkanı Erhürman’ın geçen hafta Türkiye’ye gerçekleştirdiği ilk resmi ziyareti sırasında Türkiye’nin Kıbrıs sorunu konusundaki pozisyonunun ne olduğunu anlama şansı oldu. Ortak basın açıklamasında tarafların mevcut pozisyonlarını bir ölçüde esneterek koruduklarını gördük.
KKTC Cumhurbaşkanı Erhürman açıkça ‘federasyon’ kavramını zikretmeden, seçim sürecinde tarif ettiği iki kurucu devletten oluşan federal yapıyı bir kez daha tekrarladı.
Buna karşılık TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘ayrı’ veya ‘bağımsız’ demeden iki devletin adada bir arada olacağı çözüm modelinden söz etti. Bu kimilerince bir tür konfederasyon veya gevşek federasyon olarak yorumlansa da Erdoğan’ın özellikle ‘egemen eşitlik’ vurgusu, doğrudan ayrı devlete gönderme yapmaktadır.
Nitekim geçtiğimiz günlerde TC Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bir televizyon programında verdiği mülakatta, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda ‘bağımsız devlet’in altını çizmesi, Türkiye’nin resmi pozisyonunda bir değişiklik olmadığını teyit etmiştir.
Buna rağmen Türkiye yetkilileri, KKTC Cumhurbaşkanı Erhürman’ın müzakere masasına oturmasına destek verdiler. En azından Erhürman’ın kapsamlı müzakere masasına oturmak için öne sürdüğü 4 ön koşula gerek Türkiye gerekse KKTC’de iki devletliliği savunan koalisyon partileri de tam destek vermektedir.
Erhürman’ın müzakerelere ilişkin metodoloji olarak tanımladığı 4 unsur, her ne kadar Türk tarafı için ön koşul olarak tanımlanmasa da Rum tarafı için açıkça ön koşul olarak görülmektedir. Çünkü bu unsurlar eğer tartışmaya açık değilse ve Rum tarafının onay koşuluna bağlanmışsa, müzakerelerin başlaması için elbette ön koşul işlevi görecektir.
Nitekim Rum lider Hristodulidis de yeni Kıbrıs Türk liderinin müzakere masasına şartsız ve koşulsuz gelmesi gerektiğini öne sürerek, 4 maddelik müzakere metodolojisini ima etmektedir.
Erhürman ile Hristodulidis’in gerçekleştirdikleri ilk görüşmenin, sadece bir tanışmayla sınırlı olmayıp tarafların karşılıklı olarak kendi pozisyonlarını sundukları pozitif bir atmosferde geçtiğini anlıyoruz.
Ayrıca çözüm atmosferinin yaratılmasına katkıda bulunmak üzere güven yaratıcı önlemler niteliğinde Kıbrıs Türk tarafınca 10 öneriden oluşan bir paket de sunuldu.
İlk görüşmede taraflar birbirlerinin pozisyonu konusunda henüz bir değerlendirme yapmadılar. Ancak önümüzdeki günlerde tarafların BM Genel Sekreteri’nin kişisel temsilcisi ile yapacakları görüşmelerde ve düzenlenmesi öngörülen 5+1 gayriresmi toplantıda, kapsamlı müzakere eşiğini geçip geçemeyeceğimiz test edilecektir.
Eğer bu eşik geçilemezse, taraflar bir süre daha güven yaratıcı önlemlerle meşgul olacaklardır. Her iki taraf da federasyonu ortak zemin olarak kabul edip metodoloji farklılığından dolayı müzakerelere başlamazlarsa, BM pasif kalıp hiçbir girişimde bulunmayacak mı?
Bu durumda BM daha aktif bir pozisyona geçerek yönlendirici bir arabuluculuk stratejisine başvuramaz mı? Böylesi bir strateji değişikliğinde ise eğer önümüzde BM tarafından hazırlanmış yeni bir kapsamlı çözüm planı bulursak hiç şaşırmayalım!
