Kuzey Kıbrıs’ta 1976-2020 yılları arasında halkoyuna dayalı olarak yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri incelendiğinde, yurttaşların oy verme davranışlarını etkileyen yapısal ve konjonktürel olmak üzere iki gruba ayırabileceğimiz bazı faktörlerin olduğunu teşhis edebiliriz.

Uzun vadeli olan yapısal faktörler; özellikle Kıbrıs sorunu, Türkiye ile ilişkiler ve siyasal parti aidiyetini, kısa vadeli konjonktürel faktörler ise Cumhurbaşkanı adaylarının kişisel özelliklerini, imajlarını, siyasal kampanyaları, seçim ittifaklarını veya iş birliklerini ve bölgesel ve uluslararası dinamikler gibi faktörleri içermektedir.

Yapısal faktörlerden Kıbrıs sorununun seçmen davranışları üzerindeki etkisi üzerinde kısaca durmak gerekirse, Kıbrıs sorunu konusunda özellikle Türkiye ve uluslararası toplum gibi dış faktörlerin de etkisiyle bir hareketlenmenin ve çözüm umutlarının toplumda yükseldiği dönemlerde, seçmen daha çok çözüm yanlısı ve federalist bir adayı seçme eğilimi göstermektedir.

Buna karşılık, çözüm konusunda hayal kırıklıklarının akut olduğu ve toplumun içine kapandığı dönemlerde, statükoyu koruma ve iki devletlilik gibi tezler toplumda daha çok karşılık bulmaktadır.

Diğer bir yapısal faktör ise Türkiye ile ilişkiler konusunda, adayların yaklaşımı ve tutumudur. Bu konuda da toplumda ağırlıklı olarak karşılık bulan iki ana eksen bulunmaktadır: Bir tarafta Türkiye ile her alanda güçlü ilişkiler kurulmasından ve her konuda Türkiye’yi rehber alınmasından yana olanlar ile Türkiye ile daha sağlıklı ve mütekabiliyete dayalı ilişki kurmak isteyen toplumsal kesimler var.

Bu kesimlerin adaylarının görüşlerinin yanı sıra, Türkiye’ye yönelik tutumu ve dolayısıyla üslubu da önem kazanmaktadır. Zira Türkiye ile çatışmacı bir dil ve üslupla kampanya yürüten Cumhurbaşkanı adaylarının pek seçilme imkânı bulunmamaktadır. O bakımdan Türkiye ile’ uyumlu’ olmak ve muhtemel bir müdahaleye davetiye çıkarmamak, KKTC’deki seçimler açısından yaşamsal önemdedir.

Ayrıca adayların hangi siyasal parti veya partiler tarafından desteklendikleri de diğer bir yapısal faktördür. Ülkemizde özellikle UBP ile CTP siyasal yelpazenin sağında ve solunda yer alıp, KKTC ölçeğinde örgütlenmiş ve tabanıyla bağları olan iki büyük partidir. Bu partilerin tabanındaki seçmenler, genellikle siyasal sosyalleşme süreçleri içerisinde parti ile psikolojik bir bağ kurmuş ve bu bağları çocuklarına da az çok aktarabilmişlerdir.

Öte yandan kısa vadeli konjonktürel faktörlere baktığımızda, her bir seçimde farklı derecelerde farklı faktörlerin öne çıktığını görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri liderler etrafında dönen seçimler olması itibarıyla, daha çok liderlerin kişisel özellikleri ve imajları ön plana çıkmaktadır.

Örneğin, KKTC seçmeni oy vereceği adayın, daha önce devlette üst kademe yöneticilik yapıp yapmadığına ve tecrübe sahibi olup olmadığına, halkla ilişkilere, uluslararası platformlarda toplumunu temsil kapasitesi gibi çeşitli kişisel özelliklere önem vermektedir.

Ayrıca kampanyaların da nasıl yürütüleceği hem parti tabanının konsolidasyonu hem de kararsız seçmen üzerinde etkili olabilmektedir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı adaylarının birbirlerine yönelik söylemlerinin çatışmacı olup olmadığı, siyasal kutuplaşma ortamının oluşup oluşmamasıyla da yakından ilişkilidir.

Örneğin Kıbrıs sorunu üzerinden federalist/iki devletçi söylem etrafında yoğunlaşan ve adayları rakip yerine ‘hain’ olarak damgalayan bir kampanya, psikolojik olarak seçmeni de iki ayrı kampa ayırabilmektedir. Kamplara ayrılan seçmenler ise birbirleriyle sağlıklı iletişim kuramadıkları gibi, diğer kampın adayına da oy verememekte ve her kamp kendi adayını destekleme zorunluluğu hissetmektedir.

Özellikle iktidar dönemlerinde ekonomik sıkıntılardan veya beklentilerinin karşılanmamasından dolayı, siyasal partilerin seçmenleri, bir sonraki seçimde oy vermeyerek kendi partilerini ‘cezalandırma’ yoluna da gidebilmektedirler. O bakımdan ‘küskün’ olarak adlandırılan bu kesimler ile örgütlerin ne kadar iletişime ve etkileşime geçeceği de önem kazanmaktadır.

Bununla birlikte konjonktürel olarak bir seçimde oy vermeyen partili seçmenler, uzun vadede kendi partilerine ve partilerinin desteklediği Cumhurbaşkanı adayına oy verme eğilimi göstermektedirler.

Ayrıca siyasal partilerin diğer partilerle iş birliği veya ittifak kurup kuramadıkları da seçimlerdeki güç dengelerini yakından etkilemektedir.

Küresel ve bölgesel dinamiklerden de kısaca bahsetmek gerekirse, 1976-1990 yılları arasındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri Soğuk Savaş koşullarında gerçekleşmişti. Kıbrıs sorunu da NATO içi bir denge meselesi olarak ele alınmaktaydı. Rauf Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığı da bu çerçevede anlamlıydı.

Ancak 1990’lı yıllardan sonra Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği başvurusuyla başlayan yeni süreç, 2000’li yıllarda Annan Planı dönemine evrildi. Kıbrıs’ta federal çözüm ve AB üyeliği sürecinin, Türkiye tarafından da aktif olarak desteklenmesi, Kıbrıs Türk liderliğinin değişiminin ve 2005 yılında Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanlığı makamına gelişinin de önünü açmış oldu.

Öte yandan Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların keşfi ile Rumların tekelindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bölgedeki diğer ülkelerle iş birlikleri kurması ve Türkiye’nin bölgeden dışlanması, jeopolitik dengeleri ve Türkiye’nin Kıbrıs politikasını da değiştirdi. 2020’de Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmesi, Türkiye’nin ‘Mavi Vatan’ stratejisinin bir parçası ve Kıbrıs’taki taşıyıcısı olarak değerlendirilebilir.

Ekim ayında gerçekleşecek olan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hangi faktörlerin ne kadar etkili olacağını yaşayarak ve sınayarak göreceğiz.