Bilindiği üzere, kısa bir süre sonra ülkemizde cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleşecek. KKTC Cumhurbaşkanının, iki turlu çoğunluk sistemine ve doğrudan halk oyu ile seçilmesi, meşruiyet ve hükümet modelinin şekillenmesi bakımından belirleyicidir.
Birincisi seçimin iki turlu çoğunluk sistemine dayanması, seçilecek olan cumhurbaşkanının mutlak çoğunluğun, yani %50+1 oy almasını zorunlu kılar; bu da seçilen cumhurbaşkanına, bugün hiçbir demokratik hükümetin alamayacağı oranda güçlü bir meşruiyet sağlamaktadır.
İkincisi ise cumhurbaşkanının doğrudan halk oyu ile seçilmesi, onu hükümetin ortağı haline getirmektedir. Yani hükümet modeli yapısal olarak yarı başkanlık sistemine dönüşmektedir.
Saf parlamenter sistemlerde, cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçilirken, cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi, hükümet sistemine işlevsel olarak parlamenter olmakla birlikte, yapısal olarak yarı başkanlık niteliği kazandırmaktadır. Nitekim KKTC Cumhurbaşkanının anayasal bakımdan temsil etme, gözetme, başbakanı atama, yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevleri bulunmaktadır.
Ancak KKTC Cumhurbaşkanlığı makamı, anayasal görev ve yetkilerin ötesinde, teamülen toplum liderliği ve Kıbrıs sorununa ilişkin müzakerecilik görevlerini de beraberinde getirmektedir.
Bu bağlamda seçim dönemleri, adayların yarıştığı, toplum liderinin veya müzakerecinin seçilmesiyle sınırlı değil, aynı zamanda nasıl bir gelecek beklediğimizin ve hangi değerlerimize sahip çıkıp çıkmayacağımızın muhasebesinin yapıldığı ve meşruiyetin yeniden üretildiği dönemlerdir.
Her seçim döneminde olduğu gibi önümüzdeki seçimlerde de biz yurttaşları bekleyen birtakım riskler ve fırsatlar bulunmaktadır. Öncelikle riskler ve fırsatların, keyfi olmaktan çok belirli bir tarihsel arka plana, demografik koşullara, kurumsal yapıya, siyasal aktörlere, uluslararası aktörlere ve kaynaklara göre şekillendiğini belirtmek gerekir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin risklerin neler olduğuna baktığımızda, siyasi kulislerde ve kamuoyunda önümüzdeki seçimlere ilişkin çok konuşulan ve sıkça sorulan sıcak konulardan biri de ‘acaba bu seçimlerde de bir dış müdahale olacak mı?’ sorusudur. Bu sorunun gündem yapılması bile cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birtakım riskleri barındırdığını ima etmektedir:
- 2020 seçimlerindeki dış müdahalenin yarattığı gayrı meşru siyaset anlayışının yeniden üretilmesi riski vardır.
-Müdahale sonrası travmatik etkilere bağlı olarak Kıbrıs Türk toplumunun bazı kesimlerinde apati ve yabancılaşma etkisi yaratması ve bu seçimlerde ‘etkisizlik’ hissiyatıyla oy vermekten imtina edilmesi.
-Buna bağlı olarak seçimlere katılım düşebilir ve demokratik meşruiyet zayıflayabilir.
-Seçimlerde kutuplaşmanın dozu artabilir ve kampanyalar milli güvenlik meselesine dönüştürülerek bir adaydan yana açık tarafgirlik sergilenebilir.
-Seçimlere açıkça dışardan müdahale edilerek, serbestlik ve adalet ilkeleri çiğnenebilir ve dolayısıyla demokrasi zarar görebilir. Bu ise siyasal istikrarsızlığı kronikleştirebilir.
-Bu durumda Kıbrıs Türk toplumunun yarısı siyasal temsiliyetten dışlanabilir ve bu ülkeye yabancılaşabilir.
Öte yandan seçim süreci birtakım fırsatları da barındırmaktadır:
-Toplum mobilize edilerek alternatif, yeni bir vizyona ve gelecek tahayyülüne destek olabilir. Dolayısıyla yeni bir meşruiyet de üretilebilir.
-Kendini dışlanmış hisseden kesimlerin, duygu ve düşüncelerine seslenerek, seçimlerde mobilizasyon sağlanabilir.
-Farklılıkları saklı tutarak, ama ortak hedef için gerek bireysel gerekse örgütsel düzeylerde çalışarak toplumsal katılım teşvik edilebilir.
-Güvenlikleştirme riskine karşı meseleler siyasal ve hukuksal çerçevede ele alınarak temel hak ve özgürlükler öne çıkarılabilir.
-Muhtemel müdahaleye yol açmamak için tedbirli olup kutuplaştırıcı söylemden kaçınılabilir ve seçimlerdeki serbestlik ve adalete daha çok vurgu yapılarak seçim süreci şeffaf hale getirilebilir.
-Dışlanmış kesimler kapsayıcı politikalarla geniş ölçüde temsil edilebilir.
Kısacası cumhurbaşkanlığı seçimleri, yeni bir hayal kırıklığı ve yıkım yaratabileceği gibi, yeni bir umudun ve yeniden yapılanmanın kapısını da aralayabilir. Bu bakımdan Kıbrıslı Türklerin mutlak çoğunluğunun ne yönde tercih yapacağı ve bu tercihlerin nasıl şekilleneceği önem kazanacaktır.
Bununla birlikte, Kıbrıs Türk toplumunun yeni bir hayalkırıklığı yaşamaması, ama geleceğe dair umudu kuruyabilmesi için cumhurbaşkanı adaylarının ve onları destekleyen siyasal aktörlerin de sorumlu davranmaları gerekmez mi?
