16 Ağustos Rock ‘n Roll müziğin ‘kralı’ olarak bilinen Elvis Presley’in ölüm yıldönümü. Ölümünden onca yıl sonra bile, her yıl çeşitli etkinliklerle dünyanın dört bir yanında anılmakta ve bıraktığı kültürel miras onurlandırılmaya devam etmektedir.
Elvis’in kültürel mirası, başka hiçbir ses sanatçısında bulamayacağımız boyutlarda derin izler bırakmış ve 20. yüzyılın müzikolojik, sosyolojik ve kültürel dönüşümlerinde etkin bir rol oynamıştır.
Müzikoloji açısından baktığımızda, onun birçok ilklere imza attığını görürüz. Onun Rock ‘n Roll müzik türü, siyahların blues, gospel ve beyazların country müzik türlerinin bir karışımından oluşmaktadır.
Kadife ve bariton ses tonuyla, geniş bir ses aralığına sahip olan Elvis, ‘melismatik’ denilen ve özellikle siyahların blues ve gospel müzik türlerinde yaygın olan notaları kaydırarak şarkı söyleme tekniğini, tremolo ve vibrato tekniklerini ustaca kullanmaktaydı.
Onun müzik tarzı, müzik alanındaki gelenekleri dönüştürdüğü gibi, daha sonraki nesillerin müziğine de ilham kaynağı oldu. John Lennon’un dediği gibi ‘Elvis olmasaydı, Beatles grubu da olmayacaktı’.
Elvis’in yenilikçi tavrı, sadece müzik alanıyla sınırlı değildi kuşkusuz. Onun ortaya çıktığı 1950’li yıllarda ABD’de Jim Crow yasaları yürürlükte olup, siyahlar ile beyazlar arasında katı bir ayrım vardı. Örneğin okullar, hastaneler, restoranlar, tiyatrolar ve parklar gibi kamusal alanlar tamamen ayrıydı; otobüslerde, trenlerde ve tramvaylarda siyahların arkada oturması zorunluydu…
Irk ayrımının yoğun olduğu böylesi bir ortamda Elvis ortaya çıkıp siyahların müziğini icra ediyordu. Onun yaşadığı ve sosyalleştiği çevredeki siyahların varlığı ve müzikleri, Elvis üzerinde etkili olmuştu.
Sun Records stüdyosunda kaydettiği ilk plaklarında country, blues ve gospel tarzlarını harmanlayarak, Rock ‘n Roll’un ilk evresi olan Rockabilly tarzını dinleyicilerle buluşturdu. Bu plaklardaki şarkıların birçoğu, siyah müzisyenlerin eserleriydi.
Elvis siyah sanatçıların şarkılarını, beyazların country müziğiyle sentezliyor ve bu şarkıları daha ritmik ve dinamik bir biçimde yeniden yorumluyordu. O bunu yaparak aslında, bir yandan yeni bir tarzı müzik tarihine mal ediyor, diğer yandan da ırklar ve kültürler arasında bir köprü kurmuş oluyordu.
1950'lerin sonunda Martin Luther King ve Rosa Park gibi simgeleşen figürler ABD’deki sivil haklar hareketine henüz öncülük etmeye başlamadan önce, Elvis’in müziği ile bu dönüşüme öncülük etmesi anlamlıdır.
Sınıfsal açıdan da bakıldığında, Mississippi’nin Tupelo kentinde çok yoksul bir işçi sınıfı ailenin çocuğu olarak Elvis’in bütün dünyada şöhreti yakalayarak zirveye tırmanmasında, onun kişisel yeteneklerinin, sesinin, dansının ve karizmasının rolü büyüktü. Onun bu başarısı kişisel olduğu kadar, en alttan gelerek zirveye imkân veren Amerikan rüyasının da bir kanıtı olarak görüldü.
Elvis şarkı söylemenin yanı sıra, sahnede yaptığı hareketlerle aynı zamanda dans da ediyordu; bu onu önceki şarkıcılardan farklılaştırarak, sahnede ‘kışkırtıcı’ bir performans sanatçısı haline getirdi. Elvis’in sahnedeki dansında da sınıfsal kökeninin unsurları görülebilir.
Genellikle alt sınıfların eğlence biçiminde görülen bacak ve kalça hareketlerinin, Elvis’in ritmik dansıyla bütünleşmesi, Amerika’daki orta sınıf muhafazakarlığıyla hiç uyumlu değildi. Tam tersine, Elvis’in popülerleşmesi, kurulu sosyal düzene bir meydan okuma olarak görülüyor ve muhafazakar çevrelerin hedefi haline geliyordu.
Elvis’in sahne performansı ve müziği, örneğin Hristiyan muhafazakar çevrelerce ‘ahlaksız’, ‘müstehcen’ ve ‘şeytani’ olarak niteleniyor; bazı ırkçı çevrelerce onun müziğinin beyaz gençleri yozlaştırdığı iddia edildi ve bazı sosyal muhafazakar çevrelerce de onun tarzı ‘tehlikeli’ bulunarak, genç kızları baştan çıkardığı öne sürüldü.
Sonuçta, başlangıçta Elvis’e yöneltilen bütün eleştiriler, Rock ‘n Roll müzik tarzının tüm dünyada ana akım haline gelmesiyle birlikte, geride kalmış oldu. Ayrıca Elvis’in 1958 yılında zorunlu olarak 2 yıllığına ABD ordusuna alınması, muhafazakar çevreleri yatıştırmıştı.
Askerlik sonrası dönemde ise özellikle sinema sektörüne girerek onlarca müzikal komedi ve romantik komedi filmlerinde baş rol oyuncusu oldu. Bu dönemde müzik tarzında da ballad şarkılara yönelerek daha romantik bir imaj çizdi.
Ancak sinema kariyerinin, müzik kariyerini sınırladığını farkettikten sonra, 1968 yılında Comeback Special adlı özel televizyon programıyla, Elvis efsanesi yeniden sahnelere dönüyordu. Bu programdaki siyah deri kıyafetleriyle sergilediği etkileyici performansla, yeniden Rock n’ Roll’un kralı oldu ve müzik kariyerine önemli bir dönüm noktası yakaladı.
Bu özel programın finalinde Elvis’in söylediği ‘If I can dream’ şarkısının, müzikolojik değerinin yanı sıra politik anlamı da büyüktü. Irkçılığa karşı sivil haklar mücadelesi veren Martin Luther King’in suikastle öldürülmesi ve Vietnam Savaş’ına yönelik gençlerin protestolarının yükseldiği bir dönemde, King’in ‘I have a dream’ mesajına gönderme yapan Elvis ‘If I can dream’ şarkısıyla anti-ırkçılığa, insan haklarına ve barışa saygı duruşunda bulunuyordu.
1969 yılından sonra kariyerine Las Vegas International Hotel’deki ünlü sahne performanslarıyla devam eden Elvis yaşamını yitirdiği 1977 yılına kadar 1000’in üzerinde konserler verdi ve canlı performansların efsanesi haline geldi. Onun en büyük hayallerinden biri de dünya turuna çıkarak, konserler vermekti; ancak menejerinden dolayı bu arzusu gerçekleşemedi.
Her şeye rağmen, Elvis’in şöhreti ve kültürel mirası tüm dünyayı etkiledi ve hala etkilemeye devam ediyor. Henüz 42 yaşında hayatını kaybetmiş olsa da gönlümüzde ve müzik dünyasında yaşamaya devam ediyor.
