19 Ekim 2025 tarihinde yapılacak olan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, geçen haftaki yazımda ele aldığım yapısal faktörlere ek olarak, konjonktürel faktörler bakımından da analiz etmek gerekir.

Konjonktürel faktörler arasında yer alan adayların kişisel özellikleri ve imajları, tecrübeleri, siyasal kampanyaları, iktidar dönemindeki beklentilerin karşılanıp karşılanmaması ve küresel/bölgesel gelişmeler çerçevesinde önümüzdeki seçimleri değerlendirdiğimizde, özellikle adayların kişisel özellikleri daha çok öne çıkacağa benziyor.

Mevcut Cumhurbaşkanı Tatar, maliye bakanlığı ve başbakanlık tecrübelerine sahip, destekçileri açısından ‘kararlı, samimi, ama çatışmacı’ bir imaj verirken, Erhürman başbakanlık tecrübesine ve hukukçu kimliğine sahip, destekçilerinin gözünde ‘demokrat, kucaklayıcı ve entelektüel’ bir imaj çizmektedir.

Hasgüler ise Avrupa Parlamentosu seçimleri ile KKTC genel seçimleri dışında bir siyasal geçmişi olmamakla birlikte, daha çok akademik, teknik insan kimliğiyle ve sistem karşıtı imajıyla ön plana çıkmaktadır.

Geçen hafta mevcut cumhurbaşkanı adaylarına, ayrıca iki yeni aday daha eklendi. Birisi, birçok yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylık geçmişi olan Alif Salih Kırdağ, diğeri ise Kıbrıs Sosyalist Partisi (KSP) Merkez Komite Üyesi Osman Zorba.

Arif Salih Kırdağ renkli ve sıra dışı popülist bir aday izlenimi vermekle birlikte, devlette üst düzey yöneticilik tecrübesinden ve seçmene güven vermekten yoksun bir aday olarak görünmektedir. Nitekim aday olduğu daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy oranı 2005’de %0.31, 2010’da % 0.43, 2015’de %0.49 ve 2020 yılında % 0.25 seviyelerinde kalmıştır.

Osman Zorba KSP içerisinde örgütlü siyaset yapan ve üst düzey yöneticilik tecrübesi ve toplumsal tanınırlığı bulunmayan, daha çok ideolojik ve sol aktivist bir izlenim vermekte; daha çok parti tabanında bilinen bir isim; ancak KSP’nin KKTC genelindeki örgütlülüğü son derece sınırlı olup, oy alabileceği taban da daha çok CTP dışındaki sol kesimlerdir. KSP’nin daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerde çıkardığı adayların oy oranlarına baktığımızda, 2005’de Zehra Cengiz’in %0.44 ve 2015 yılında Mustafa Onurer’in %0.40 seviyelerinde kaldıklarını görüyoruz.

O bakımdan bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Tatar ile Erhürman arasında geçeceği herkesin malumudur. Kişilik özellikleri bakımından Tatar’ın çatışmacılığı ile Erhürman’ın kapsayıcılığı kıyaslandığında, kampanyaların keskin kutuplaşmış bir atmosferde geçmemesi halinde, Erhürman seçimlerde avantajlı bir konum elde edebilir, ama 2020 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine benzeyen tam tersi bir seçim ikliminde Tatar’ın şansı da artabilir.

İktidardaki beklentilerin karşılanıp karşılanmaması açısından Tatar’ın 5 yıllık görev süresince hiçbir resmi müzakerenin yapılamaması, tek bir geçiş kapısının bile açılamaması, Kıbrıslı Türklerin uluslararası platformlardaki görünürlüğünün azalması gibi etmenler, seçmenin gözünde Tatar’ın başarı hanesine eksi puan olarak yansıyabilecektir.

Nitekim geleceğe yönelik çözüm umutlarının güçlü olmadığı dönemlerde, seçmen daha çok retrospektif olarak görevde olan siyasal aktörün performansına veya ilk anda aklına gelen imajına göre karar verebilmektedir.

Bu bağlamda Tatar’ın iktidardaki yıpranmışlığı, Erhürman lehine bir avantaja dönüşebilmektedir. Erhürman’ın Tatar’ın iktidarına yönelik olarak sürekli vurguladığı ‘5 yıl daha tahammülümüz yok!’ söylemi de bu çerçevede anlam kazanmaktadır.

Öte yandan küresel ve bölgesel gelişmeler açısından baktığımızda, çok kutupluluğa evrilen uluslararası sistemdeki süper güç konumunu korumaya çalışan ABD’nin Kıbrıs konusunda, Türkiye ve Yunanistan arasında geleneksel olarak bir denge korumaya çalışırken, son dönemde bu dengenin Türkiye’nin aleyhine bozulduğunu görüyoruz.

ABD’nin Kıbrıs Cumhuriyeti ile askeri iş birliği, savunma ve enerji konularında stratejik ilişkilerini derinleştirmesi, Türkiye açısından endişe verici gelişmeler olarak görülmektedir.

Ayrıca Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal kaynaklar ve deniz yetki alanlarından dışlanması, tek taraflı olarak denizlerdeki hak ve çıkarlarını ‘Mavi Vatan’ doktrini çerçevesinde savunmaya sevk etmiştir. Gerek ABD gerekse AB, Türkiye’nin bu doktrinini bölgede gerilim yaratan bir unsur olarak görmekte ve henüz Türkiye’nin deniz yetki alanlarını tanımamaktadır.

Bu bağlamda Türkiye’nin gerek zaman kazanma gerekse sahadaki jeopolitik dengeleri değiştirmesinde, iki devletlilik tezi işlev kazanmaktadır. O bakımdan Türkiye’nin açıkça Tatar’ın politikasına destek vermesi bir tesadüf değildir.

Erhürman’ın federasyon tezi, uluslararası meşruiyet bakımından avantajlı olsa da Türkiye’nin mevcut Kıbrıs politikasıyla uyumlu algılanmayabilir. Bu açıdan Erhürman’ın kazanması halinde, ikna kapasitesini kullanarak, Türkiye’nin Kıbrıs politikasındaki pozisyonunu ne kadar değiştirip değiştiremeyeceği, en önemli konu başlığı olacaktır.

Gerek yapısal gerekse konjonktürel faktörler, Cumhurbaşkanı adaylarına avantajlar sağladığı gibi dezavantajlar da sağlamaktadır. Kim kazanırsa kazansın, seçimlerde önemli olan Kıbrıslı Türklerin iradesinin serbest ve adil şartlarda tecelli etmesidir. Tabii, eğer Cumhurbaşkanı, cumhurun başı olacaksa!